6098 sayılı Türk Borçlar Kanununa Göre Gerçek Kişilerin Kefaletinde 10 Yıllık Sürenin Dolması Halinde Kefalet Sözleşmesinin Sona Ermesi
25.04.2023 / Stj. Av. Hasan Basri Nart
Kefalet sözleşmesin sona erme hükümleri TBK 598-602 maddeleri arasında düzenlenmiştir. TBK 598 hükmü ise gerçek kişiler bakımından kefalet sözleşmesinin sona erme halini düzenlemiştir. Yeni düzenleme TBK 598/3’e göre, gerçek kişi tarafından verilmiş olan her türlü kefalet, buna ilişkin sözleşmenin kurulmasından başlayarak on yılın geçmesiyle kendiliğinden ortadan kalkar. Görüldüğü üzere bu hüküm ancak gerçek kişilere uygulanabilmektedir. Bu düzenlemenin amacı, kanun koyucunun gerçek kişilerin kişilik hakkına aykırılık teşkil edecek şekilde uzun süren kefalet sözleşmelerine engel olmak olduğu söylenebilir. Bu sona erme halinde kefalet türü bakımından bir ayrım yapılmamakta eş deyişle müteselsil veya adi kefalet[1] yahut belirli yâda belirsiz süreli kefalet olması fark yaratmamaktadır. O halde, kefalet sözleşmesi belirsiz süreli akdedilmiş olsa dahi on yılın sonunda kefilin sorumluluğu sona erecektir.[2]
10 yıllık sürenin hukuki niteliği bakımından doktrinde farklı görüşler mevcut olmakla beraber ağırlıklı görüş sürenin hukuki niteliği hak düşürücü süre olduğu yönündedir.[3]Azınlık görüşü ise sürenin hukuki niteliği süreye bağlı hak olduğu yönündedir.[4] Hak düşürücü süre, söz konusu hak kullanılmaksızın hareketsiz kalındığı takdirde hak ile beraber hakkın dava edilebilirliği de son bulmuş olur. Dolayısıyla alacaklı bu on yıllık süre içerisinde gerçek kişi olan kefile başvurmaz ise kefilin borcu sona erecektir. Bilindiği üzere, hak düşürücü sürenin durması veya kesilmesi söz konusu değildir ve bu süre hâkim tarafından re ’sen nazara alınacaktır.[5]
Yargıtay 11. Hukuk Dairesi, yeni tarihli bir kararda on yıllık sürenin hukuki niteliğini değerlendirmiş ve hak düşürücü süre olduğunu kabul etmiştir[6]: “Türk Borçlar Kanunu ile hak düşürücü süre veya özel bir zamanaşımı süresi ilk defa öngörülmüş olup da başlangıç tarihi itibarıyla bu süre dolmuşsa, hak sahipleri Türk Borçlar Kanunu'nun yürürlüğe girdiği tarihten başlayarak bir yıllık ek süreden yararlanırlar. Ancak, bu ek süre, Türk Borçlar Kanununda öngörülen süreden daha uzun olamaz." şeklinde ki hükümlere göre, kefaletteki 10 yıllık hak düşürücü süre ilk kez 6098 sayılı TBK’nın 598. maddesiyle getirilmiş olup, davaya konu kefaletname de 06/10/1997 tarihli olduğundan, TBK’nın yürürlük tarihi olan 01/07/2012 tarihi itibariyle 10 yıllık süre dolmuş olduğundan, davacının anılan kefaletnameye dayalı olarak 1 yıllık ek süre içinde takipte bulunma hakkı…”. Yargıtay 11. Hukuk Dairesi bir başka kararında da, hak düşürücü süre içerisinde takip yapılması gerektiği bu sürenin sonunda takip yapılamayacağına karar vermiştir[7]: ….bu kez takip tarihi itibariyle hak düşürücü sürenin dolması nedeniyle kefilin sorumluluğuna gidilemeyeceği, taraflar arasındaki 02/07/2003 tarihli kefalet sözleşmesinin 6098 sayılı Kanun'un 598/3 fıkrası uyarınca on yıllık hak düşürücü süreye tabi olduğu, hak düşürücü sürenin 03/07/2013 tarihi itibariyle dolduğu, davacının hak düşürücü süre dolduktan sonra 11/07/2013 tarihinde takip giriştiği gerekçesiyle davanın 6098 sayılı TBK'nun 598/3 fıkrası uyarınca on yıllık hak düşürücü sürenin dolması nedeniyle hükmün onanmasına…”. Dolayısıyla yargı içtihatlarında da on yıllık sürenin hukuki niteliği hak düşürücü süre kabul edilmektedir. Süreye bağlı hak, öngörülen sürenin sona ermesi durumunda, hak ve hakkın dava edilebilirliği sona erer. Ancak bu durumun sebebi, hak düşürücü süreden farklı olarak, hak sahibinin hareketsizliği sonucu değildir. Sebebi, doğrudan öngörülen sürenin sona ermiş olmasıdır.
Doktrinde bir görüş[8], hak düşürücü süre ile süreye bağlı hakkın sonuçlarının farklı olduğu ve bu sebeple on yıllık sürenin hak düşürücü süre olarak kabul edilmesi gerektiğini belirtmiştir. Zira süreye bağlı hak kabul edilirse, hakkın sona ermesi mutlak olarak kabul edildiği için, alacaklı on yıllık sürenin sona ermesinin ardından kefile karşı dava ve takibe devam edememe ve kefilin sorumluluğunun kalkması tehlikesi ile karşı karşıya kalır. Dolayısıyla bu sürenin hak düşürücü süre olarak kabul edilmesi halinde on yıllık süre içerisinde kefili dava ve takip eden alacaklının sürenin sonunda dahi dava ve takiplere devam edebilmesi imkânı doğacaktır.
Doktrinde diğer bir görüş[9] ise, on yıllık sürenin süreye bağlı hak olarak kabul edilmesi gerektiği çünkü on yıllık sürenin sona ermesinden önce alacaklı tarafından kefile karşı başlatılan dava ve takiplerde bu sürenin sona ermesi dava ve takipleri etkilemeyecektir. Eş deyişle alacaklının dava ve takiplerini mutlaka bu sürede sonuçlandırması zorunluluğu doğmayacaktır. Dolayısıyla süreye bağlı hak niteliğinin etkisi, sadece on yıllık süre sonunda alacak doğsun veya doğmasın kefilin sorumluluğunu sona erdirici bir etkiye sahiptir. Doktrinde hemen hemen oybirliğiyle kabul edildiği üzere hak düşürücü süre veya süreye bağlı hak tartışmasından ayrı olarak, bu on yıllık sürenin hukuki niteliğinin zamanaşımı olmadığı dolayısıyla kesilmesi veya durması yahut dava edilebilir olması mümkün olmadığı yönündedir[10].
Türk Borçlar Kanunun yürürlüğe girmesinden önce gerçek kişilerce akdedilmiş olan kefalet sözleşmelerinin, yeni düzenlenen 10 yıllık süre düzenlemesi karşısında akıbeti TBK Yürürlük Kanunu uyarınca çözüme kavuşmuştur. Şöyle ki, Yürürlük Kanunu 1. maddesi uyarınca “Ancak, Türk Borçlar Kanununun yürürlüğe girmesinden sonra bu fiil ve işlemlere ilişkin olarak gerçekleşecek temerrüt, sona erme ve tasfiye, Türk Borçlar Kanunu hükümlerine tabidir.” yeni düzenlemeyle gelen sona erme hallerinin geçmişe uygulanacağı, Yürürlük Kanunun 5.maddesi “Türk Borçlar Kanunu ile hak düşürücü süre veya özel bir zamanaşımı süresi ilk defa öngörülmüş olup da başlangıç tarihi itibariyle bu süre dolmuşsa, hak sahipleri Türk Borçlar Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıllık süreden yararlanır” hükmü gereği ise kefalet sözleşmesinin TBK yürürlük tarihi olan 01.07.2012 tarihinden önce akdedilmiş olması ve bu tarihte halen varlığını sürdürmüş olması halinde, 01.07.2012 tarihinden itibaren 1 yıllık süreden yararlanması gündeme gelecek ve on yıllık süre geçmişe uygulanacaktır. Örnek vermek gerekirse, 1995 yılında kurulan ve varlığını devam ettiren gerçek kişilerce akdedilen kefalet sözleşmesi, 10 yıllık sürenin geçmişe uygulanması sonucunda, işbu sözleşme 2005 yılında, eş deyişle TBK’nın yürürlük tarihinden önce dolmuş olduğundan, TBK 01.07.2012 yürürlük tarihinden itibaren 1 yıllık süre uygulandığı takdirde artık bu kefalet 01.07.2013 tarihine kadar geçerli olacak ve bu tarihten sonra sona erecektir.
Yargıtay 19. Hukuk Dairesi, vermiş olduğu bir kararda da aynı sonuca ulaşılmıştır[11]: “Davacı ile dava dışı...Müzik … A.Ş. arasında akdedilen 05.04.2000 tarihli İşbirliği Sözleşmesi davalı ... tarafından adi kefil olarak imzalanmıştır. Sözleşmenin imzalandığı tarihte yürürlükte bulunan 818 sayılı Borçlar Kanunu’nda gerçek kişi kefillerin kefaletlerinden sorumlu olacakları süre yönünden bir zaman sınırlaması öngörülmemiştir. Ancak 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 598. maddesinin üçüncü fıkrası ile gerçek kişilerin kefaletinin kefalet tarihini takip eden 10 yılın sonunda kendiliğinden sona ereceği düzenlenmiştir. Yine 6101 sayılı Türk Borçlar Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un 5. maddesinin ikinci fıkrasında, Türk Borçlar Kanunu ile hak düşürücü süre veya özel bir zamanaşımı süresi ilk defa öngörülmüş olduğunda başlangıç tarihi itibariyle bu süre dolmuşsa, hak sahiplerinin Türk Borçlar Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten başlayarak bir yıllık ek süreden yararlanacakları, ancak, bu ek sürenin, Türk Borçlar Kanununda öngörülen süreden daha uzun olamayacağı öngörülmüştür. Somut olayda davalının 05.04.2000 tarihli adi kefaletinin üzerinden 10 yıl geçmekle 05.04.2010 tarihinde kefaleti kendiliğinden sona ermiş ise de, 6101 sayılı Yürürlük Kanunu gereğince 01.07.2012 tarihinden itibaren 01.07.2013 tarihine kadar kefalet sorumluluğu uzatılmıştır. Davacı tarafından davalı ... aleyhine takip 05.04.2013 tarihinde başlatıldığından, hak düşürücü süre içinde takibin yapıldığı anlaşılmaktadır. Bu yönden istinaf mahkemesinin yukarıda anılan 6101 sayılı Yürürlük Kanunu’nun 5. maddesinin ikinci fıkrası ile ilgili hiçbir değerlendirme yapmadan vardığı sonuç hatalı olmuştur.”
Gerçek kişilerce on yılın üstünde kefalet sözleşmesi akdedilmiş ise durum ne olacaktır? Doktrinin çoğunluğunca kabul edilen görüşe göre TBK 598/3 emredici niteliktedir.[12]Bunun sonucu olarak yasa hükmünde belirtilen on yıllık sürenin üstünde bir kefalet sözleşmesi yapılamayacak, yapıldığı takdirde geçersizlik yaptırımına tabi olacak ve kefalet sözleşmesinin süresi yasal süreye uygun olarak on yıl olarak kabul edilecektir.
TBK 598. maddesinin, “Kefalet, on yıldan fazla bir süre için verilmiş olsa bile, uzatılmış veya yeni bir kefalet verilmiş olmadıkça kefil, ancak on yıllık süre doluncaya kadar takip edilebilir.” hükmü uyarınca on yıllık sürenin istisnaları açığa kavuşmuştur. İlgili hüküm uyarınca, on yıllık süreye rağmen gerçek kişi kefil yeni bir kefalet sözleşmesi akdederek bu süreyi aşan sürelerde sorumlu olabilmektedir. Keza, TBK 598/5 uyarınca da gerçek kişi bir defaya mahsus olarak, en erken kefaletin sona ermesinden bir yıl önce yapılmak kaydıyla, kefalet sözleşmesinin şekline uygun yazılı açıklamasıyla, azami on yıllık yeni bir dönem için kefalet sözleşmesindeki sorumluluğunu uzatabilir.
Netice olarak, TBK 598 hükmü kefalet sözleşmesindeki gerçek kişiyi koruyan yeni düzenlemeler içermektedir. Özellikle yasal üst sınır süresi ve bu sürenin hukuki niteliği bakımından dikkat çekicidir. Gerçek kişi kefil, kefalet sözleşmesinin akdedildiği tarihten itibaren on yıl süreyle sorumludur. Bu süre doktrindeki yazarların çoğunluğunca hak düşürücü süre olarak kabul edilmektedir.
[1] Gökhan Şahan, Kefalet Sözleşmesinin Sona Ermesi, Yetki Yayıncılık, Ankara, 2009, s.141, Mahmut Bilgen, 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu Işığında Öğreti ve Uygulamada Kefalet ve Uygulamada Kefalet ve Yargılama Hukukunda İlişkin Uyuşmazlıklar, Adalet Yayınevi, Ankara, 2013, s.615
[2] Cansu Kaya Kızılırmak, Kefalet Sözleşmesinin Kendine Özgü Sona Erme Halleri, 1.bs, Oniki Levha Yayınları, İstanbul, 2019, s.91
[3] Kadir Berk Kapancı, Birlikte Borçlulukta Borçlular Arası İlişkiler, Vedat Yayınevi,
İstanbul, 2014, s. 325;Burak Özen, 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu Çerçevesinde Kefalet Sözleşmesi, 2. bası, Vedat Yayınevi, İstanbul, 2014, s. 578;Ömer Çınar, Türk Borçlar Kanununa Göre Kefilin Sorumluluğunun Sona Ermesi, On İki Levha Yayıncılık, İstanbul, 2013, s. 68;Mustafa Alper Gümüş, Borçlar Hukuku, Özel Hükümler C. II, İstanbul, 2014, s. 383
[4] Kemal Oğuzman/ Nami Barlas, Medeni Hukuk, Giriş, Kaynaklar, Temel Kavramlar, 19. bs.,
Vedat Kitapçılık, İstanbul, 2013, s. 234, 235.
[5] Mustafa Dural, Temel Kavramlar ve Medeni Kanunun Başlangıç Hükümleri, Türk Özel Hukuku C.I, Filiz Kitabevi, İstanbul, 2018
[6] Yargıtay Kararı, 11.HD, E. 2020/7503, K. 2022/4265, T. 31.05.2022
[7] Yargıtay Kararı, 11.HD, E. 2021/2084, K. 2021/2251, T. 21.06.2022
[8] Kapancı, s. 325
[9] Kaya Kızılırmak, s.100
[10]Ömer Çınar, Türk Borçlar Kanununa Göre Kefilin Sorumluluğunun Sona Ermesi, On İki Levha Yayıncılık, İstanbul, 2013, s.68; Özen, s. 578; Çınar, s. 68; Gümüş, C. II, s. 383
[11] Yargıtay Kararı, 19.HD, E. 2019/167, K. 2020/1360, T. 08/07/2020, aynı yönde başka bir karar için bkz.(Yargıtay kararı, 11.HD E. 2020/6553, K 2022/3775, T. 12.05.2022)
[12] Kapancı, s. 323;Özen, s. 576