8. Yargı Paketinin Özel Hukuka Dair Hususlarının Genel Olarak Değerlendirilmesi
14.12.2023 / Ersan Şen Hukuk ve Danışmanlık Özel Hukuk Departmanı
I. HUKUK MUHAKEMELERİ KANUNU’NDA YAPILMASI TEKLİF EDİLEN DEĞİŞİKLİKLER
A. Süreler Hakkında
Sürelerin yeknesaklaştırılması amacıyla süreler hakkında bazı değişiklikler teklif edilmiştir. Bu kapsamda;
- Esas hüküm bakımından istinaf yolu açık bulunan dava ve işlerde hâkimin reddi talebi hakkındaki merci kararlarına karşı istinaf süresinin, kararın tebliğ tarihinden itibaren iki hafta olarak değiştirilmesi,
- Esas hüküm bakımından temyiz yolu açık bulunan dava ve işlerde ise ret talebi hakkındaki karara karşı temyiz süresinin, kararın tebliğ tarihinden itibaren iki hafta olarak değiştirilmesi,
- Adlî yardım talebinin reddine ilişkin kararlara karşı itiraz süresinin, kararın tebliği tarihinden itibaren iki hafta olarak değiştirilmesi,
- İstinaf dilekçesinin reddi kararına karşı istinafa başvuru süresinin, kararın tebliğinden itibaren iki hafta olarak değiştirilmesi,
- İhtiyati tedbire muhalefet gerekçesiyle verilen karara karşı itiraz süresinin, kararın tebliğinden itibaren iki hafta olarak değiştirilmesi,
Teklif edilmiştir.
Ayrıca hakimin reddine dair 43’üncü ve 44’üncü maddeler ile ihtiyati tedbire muhalefet cezasına dair olan 398’inci maddede yer alan sürelerin sadece tebliğ tarihinden başlaması teklif edilmiştir.
B. Kanun Yolu Hakkında
8. Yargı Paketinde önemli bir değişiklik kanun yoluna başvuru sınırına ilişkin esas alınması gereken tarih bakımından olmuştur. Buna göre, istinaf ve temyiz yoluna başvuruda esas alınan parasal sınırda yeniden değerleme nedeniyle meydana gelen artış, bölge adliye mahkemesinin kaldırma veya Yargıtay’ın bozma kararları üzerine yeniden verilen kararlar hakkında uygulanmaz. Bu durumda ilk karar tarihinde geçerli olan parasal sınırlar esas alınır.
Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Ek birinci maddesinin ikinci fıkrasında madde 341, 362 ve 369 bakımından parasal sınırın uygulanmasında hükmün verildiği tarihteki miktarın esas alınacağı kabul edilmişti. Buna göre kaldırma kararı ile bozma kararı üzerine verilen yeni karara karşı kanun yoluna başvuruda kesinlik sınırı bakımından yeni kararın verildiği tarih dikkate alınmaktaydı. Kaldırılan veya bozulan kararın verildiği tarihte kanun yoluna başvuru imkanı var iken; kaldırma kararı ile bozma kararı üzerine verilen yeni karara karşı kanun yoluna başvuru, yargılamanın uzun sürmesi ve kanun yoluna başvuruda kesinlik sınırının artması nedeniyle mümkün olmayabilmekteydi. Bu hususta değişiklik amacıyla yeni düzenleme teklif edilmiştir. Özellikle son yıllarda bu miktarların önemli ölçüde artması sebebiyle birçok davada, davanın açıldığı tarih itibarıyla mevcut olan kanun yolu hakkı sonradan ortadan kalkmaktaydı. Düzenleme bu yönüyle isabetli olmuştur.
II. İCRA VE İFLÂS KANUNU’NDA YAPILMASI TEKLİF EDİLEN DEĞİŞİKLİKLER
A. Süreler Hakkında
İcra ve İflâs Kanunu’nda gün esası olarak belirlenen sürelerin hafta olarak değiştirilmesi ve süre hafta olarak belirlenmiş ise sürenin başladığı güne son hafta içindeki karşılık gelen günde bitmesi teklif edilmiştir. Yine temyiz kanun yoluna başvuru süresinin iki hafta olarak değiştirilmesi teklif edilmiştir.
Bu değişiklik teklifinin temel amacının da sürelerin yeknesak hale getirilmesi olduğu görülmektedir.
B. Kanun Yolu Hakkında
Sermaye şirketleri ve kooperatiflerin uzlaşma yoluyla yeniden yapılandırılması için yapılan başvurunun tasdik veya ret kararına karşı tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde istinaf yoluna, istinaf incelemesi üzerine verilen karara karşı da tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde temyiz yoluna başvurulabileceği şeklindeki düzenleme teklif edilmiştir.
Esasen Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 341’inci maddesinin beşinci fıkrasının atfı gereği, ilk derece mahkemelerinin diğer kanunlarda temyiz edilebileceği veya haklarında Yargıtay’a başvurulabileceği belirtilmiş olup da bölge adliye mahkemelerinin görev alanına giren dava ve işlere ilişkin nihai kararlarına karşı, bölge adliye mahkemelerine başvurulabilir. Bu hususun İcra ve İflâs Kanunu’nda açıkça ve ayrıca düzenlenmesi teklif edilmiştir. Böylece İcra ve İflâs Kanunu bakımından kanun yollarına başvuru hususunda Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na uyum sağlanması amaçlanmıştır.
Ayrıca istinaf ve temyiz yoluna başvuruda esas alınan parasal sınırda yeniden değerleme nedeniyle meydana gelen artışın, bölge adliye mahkemesinin kaldırma veya Yargıtay’ın bozma kararları üzerine yeniden verilen kararlar hakkında uygulanmaması, ilk karar tarihinde geçerli olan parasal sınırın esas alınması teklif edilmiştir.
Kaldırma kararı ile bozma kararı üzerine verilen yeni karara karşı kanun yoluna başvuruda kesinlik sınırı bakımından yeni kararın verildiği tarih dikkate alınmaktaydı. Kaldırılan veya bozulan kararın verildiği tarihte kanun yoluna başvuru imkanı var iken; kaldırma kararı ile bozma kararı üzerine verilen yeni karara karşı kanun yoluna başvuru, yargılamanın uzun sürmesi ve kanun yoluna başvuruda kesinlik sınırının artması nedeniyle mümkün olmayabilmekteydi. Bu hususta değişiklik amacıyla yeni düzenleme teklif edilmiştir. Özellikle son yıllarda bu miktarların önemli ölçüde artması sebebiyle birçok davada, davanın açıldığı tarih itibarıyla mevcut olan kanun yolu hakkı sonradan ortadan kalkmaktaydı. Düzenleme bu yönüyle isabetli olmuştur.
Hak arama hürriyetinin daha etkin kullanılması amacıyla kanun yollarına ilişkin başvuru sürelerinin, hükmün tefhimi yerine gerekçeli kararın tebliğinden itibaren başlamasına yönelik düzenlemeler yapılması teklif edilmiştir. Uygulamada ve öğretide medeni usul hukukunda “süre tutum dilekçesi”nin olmadığı ve gerekçeli kararın tebliğinden itibaren kanun yoluna başvuru süresinin başladığı kabul edilmektedir. Kanun yoluna başvuru süresinin tefhim tarihinden başladığı hallerde, tefhimden anlaşılması gerekenin kısa kararın değil, bilakis gerekçeli ve tam kararın tefhimi olduğu öğretide ifade edilmiştir. Ancak icra hukukunda kanun yoluna başvuru süresinin kısa kararın tefhimiyle başladığına yönelik bazı kararlara rastlanmaktaydı. Bu sebeple söz konusu değişikliğin hak arama hürriyetinin etkin kullanılması bakımından isabetli olduğu söylenebilir.
III. HUKUK UYUŞMAZLIKLARINDA ARABULUCULUK KANUNU’NDA YAPILMASI TEKLİF EDİLEN DEĞİŞİKLİKLER
Arabulucu olmak için arabuluculuk sınavından başarılı olunması gerekir. Mesleğinde yirmi yıl kıdeme sahip olanların arabuluculuk sınavından muaf tutulması teklif edilmiştir. Esasen söz konusu teklif bir önceki yargı paketinde de bulunmaktaydı. Ancak sonradan kabul edilen maddeler arasında bu madde yer almamıştır.
Önemle belirtilmelidir ki, arabuluculuk faaliyeti yargısal bir faaliyet değildir. Öyle ki, Arabuluculuk Kanunu’nun 15’inci maddesinin dördüncü fıkrasına göre, yargısal yetkinin kullanımı olarak sadece hakim tarafından yapılabilecek işlemler arabulucu tarafından yapılamaz. Örneğin, arabulucu keşif yapamaz veya bilirkişiye başvuramaz.
Arabuluculuk faaliyetinin nasıl gerçekleştirileceği ve amacı hakkında Arabuluculuk Kanunu’nun ikinci maddesinde yapılan arabuluculuk tanımı önem arz eder. Bu tanıma göre, arabuluculuk, sistematik teknikler uygulayarak, görüşmek ve müzakerelerde bulunmak amacıyla tarafları bir araya getiren, onların birbirlerini anlamalarını ve bu suretle çözümlerini kendilerinin üretmesini sağlamak için aralarında iletişim sürecinin kurulmasını gerçekleştiren, tarafların çözüm üretemediklerinin ortaya çıkması halinde çözüm önerisi de getirebilen, uzmanlık eğitimi almış olan tarafsız ve bağımsız bir üçüncü kişinin katılımıyla ve ihtiyari olarak yürütülen uyuşmazlık çözüm yöntemidir.
Bu tanım göstermektedir ki, arabulucu özellikle sistematik teknikler uygulayarak tarafları bir araya getirmeli ve tarafların birbirlerini anlamaları için gerekli olan iletişim süreçlerini kurgulamalıdır. Arabulucunun bu konuda taraflara yardımcı olabilmesi için özellikle iletişim alanında bilgi sahibi olması gerekir. Bunun için arabulucudan temel düzeyde çatışma teorisi ve çeşitli müzakere modelleri konusunda bilgi sahibi olması beklenir. Hukuk lisans programına ilişkin müfredatta bu konular anlatılmadığına göre, bu bilgiler arabulucu adaylarının Arabuluculuk Kanunu’na göre katılmak zorunda oldukları temel eğitim programında aktarılmaktadır. Arabulucu adayları, hukuk bilgisinin yanı sıra hukuk lisans eğitim müfredatında bulunmayan çatışma teorisini, aldıkları temel arabuluculuk eğitiminde öğrenir (bkz. Arabuluculuk Temel Eğitim Kitabı Modül 1: https://adb.adalet.gov.tr/Resimler/SayfaDokuman/2712202116532521.11.pdf). Bu konu kapsamında özellikle;
- Çatışmanın ne olduğu,
- Çatışma ve uyuşmazlık farkı,
- Çatışmanın ve uyuşmazlığın analizi,
- Pozisyonlar ve ihtiyaçlar arasındaki farklılıklar,
- Çatışma durumunda bireylerin nasıl davrandığı,
- Çatışma çözme genel stratejileri,
- Problem çözme ve uzlaşma,
- Çatışma çözüm yöntemleri gibi arabuluculuk faaliyeti bakımından önemli bilgiler aktarılır.
Arabulucu adaylarının bu konudaki bilgi ve yeterlik düzeyleri de eğitim sonrasında yapılacak olan arabuluculuk sınavıyla ölçülür. Nitekim 2022 yılının Aralık ayında yapılan arabuluculuk sınavına ilişkin sınav kapsamının belirtildiği ÖSYM Kılavuzunda (s.3) çatışma teorisi hakkında soruların sınav kapsamında olduğu açıkça söylenmiştir (bkz. https://dokuman.osym.gov.tr/pdfdokuman/2022/ARABULUCULUK/kilavuz19102022.pdf).
Yargısal bir faaliyetin icra edilmediği arabuluculuk sürecinde müzakere konusunda bilgi sahibi olunması ve bu bilginin bir sınavla ölçülmesi makul ve tutarlı bir yaklaşımdır. Ne var ki, 20 yıllık kıdeme sahip adayların sınavsız bir şekilde arabulucu olmalarının önünü açan düzenlemeyle bu yaklaşım sekteye uğrayabilir. Sınavsız şekilde arabulucu olan ve çatışma teorisi ile müzakerede kullanılacak çeşitli modeller hakkında bilgi düzeyi ölçülmemiş olan arabulucuların, arabuluculuk faaliyetini başarılı şekilde yürütme ihtimalleri güçleşecektir. Ayrıca bu düzenlemenin arabulucular arasındaki eşitliğe de zarar vermesi muhtemeldir.
20 yıllık kıdeme sahip hukukçulara sınav muafiyeti tanıyan bu düzenleme 2020 yılında kamuoyunda tartışılmış (bkz) ve muhtemelen yukarıda arz ettiğimiz endişeler düşünülerek bu düzenlemeden vazgeçilmiştir. Arabuluculuk faaliyeti ancak bu konuda uzman ve nitelikli arabulucularla yapılabilir. Bu yüzden arabulucu olunması şartlarının ağırlaştırılması sürecin daha iyi işlemesini sağlar. Aksi takdirde, taraflarca arabuluculuk sadece dava açılmadan önce aşılması gereken bir süreç olmaktan öteye geçemez.
IV. ADLÎ YARGI İLK DERECE MAHKEMELERİ İLE BÖLGE ADLİYE MAHKEMELERİNİN KURULUŞ, GÖREV VE YETKİLERİ HAKKINDA KANUN’DA YAPILMASI TEKLİF EDİLEN DEĞİŞİKLİKLER
Bölge adliye mahkemeleri hukuk daireleri arasındaki iş bölümünün incelemesine dair değişiklik teklifinde bulunulmuştur. Buna göre, istinaf incelemesi için dosya kendisine gönderilen ilgili hukuk dairesi bir ay içinde ön inceleme sonucunda kendisini görevli görmez ise uyuşmazlık dosyasını gerekçeli olarak ilgili hukuk dairesine gönderir. Artık bir aylık sürenin bitiminden sonra gönderme kararı verilemez. Uyuşmazlık dosyası kendisine gelen hukuk dairesi iki hafta içinde yapacağı ön inceleme sonucunda görevli olmadığı kanaatine varırsa, dosyayı hakkında karar vermek üzere Hukuk Daireleri Başkanlar Kuruluna gönderir. Kurul tarafından verilen iş bölümüne ilişkin karar kesindir. Uyuşmazlık dosyası kendisine gönderilen mahkeme iki haftalık sürenin bitiminden sonra gönderme kararı veremez.
V. TÜRK MEDENİ KANUNU’NDA YAPILMASI TEKLİF EDİLEN DEĞİŞİKLİKLER
A. Kadının Soyadı Hakkında
Kadının soyadına ilişkin Türk Medeni Kanunu’nun 187’nci maddesi iptal edilmişti. İptal kararında evlenmeden önceki soyadın evlendikten sonra da kullanılması yönünden kadın ile erkeğin benzer durumda bulundukları, erkeğin evlenmeden önceki soyadını evlendikten sonra da tek başına kullanabildiği halde, Kanun hükmü gereği kadının evlenmeden önceki soyadını evlendikten sonra ancak kocasının soyadının önünde kullanabilmesinin eşler arasında cinsiyet temelinde farklı muamele anlamına geldiği belirtilmiştir [AYM, E. 2022/155 K. 2023/38 T. 22.02.2023, § 36 (RG, 28.04.2023, S. 32174)]. “Kadın, evlenmekle kocasının soyadını alır. Şu kadar ki; kadın evlendirme memuruna veya daha sonra nüfus idaresine yapacağı yazılı başvuruyla kocasının soyadı önünde önceki soyadını da kullanabilir. Kadının soyadı, kendi soyadı ile önceki kocasının soyadından oluşuyorsa kadın bu soyadlarından sadece birisini evleneceği kocasının soyadının önünde kullanabilir.” şeklinde düzenlemenin değiştirilmesi teklif edilmiştir.
B. Soybağının Reddi Davası Hakkında
Soybağının reddine ilişkin Türk Medeni Kanunu’nun 286’ncı maddesi iptal edilmişti. İptal kararında ana tarafından davacı sıfatıyla çocuğun biyolojik babasının koca olmadığı ileri sürülerek babalık karinesinin çürütülmesi için, yargı mercilerine başvuru imkanının olmaması, özel hayata saygı gösterilmesini isteme hakkı bağlamında etkili başvuru hakkının ihlali olarak değerlendirilmiştir [AYM, E. 2023/37 K. 2023/140 T. 26.07.2023, § 24 (RG, 20.10.2023, S. 32345)]. Değişiklik teklifinde anaya da soybağının reddi davası açma hakkı tanınmıştır: “Koca, ana veya çocuk soybağının reddi davasını açarak babalık karinesini çürütebilir. Bu dava, dava açma hakkına sahip diğer kişilere karşı açılır”. Soybağının reddi davasını açmak için öngörülen hak düşürücü sürede değişiklik teklif edilmiştir: “Ana doğumdan, çocuk ise ergin olduğu tarihten başlayarak en geç bir yıl içinde dava açmak zorundadır”.
C. Evlât Edinme Hakkında
Eşler tarafından birlikte evlât edinilen ve ayırt etme gücüne sahip olmayan küçüklerin nüfus kaydına ana ve baba adı olarak evlât edinen eşlerin adlarının yazılacağına dair Türk Medeni Kanunu’nun 314’üncü maddesinin dördüncü fıkrası Anayasa Mahkemesince iptal edilmişti. İptal kararında ayırt etme gücüne sahip küçüğün veya kısıtlının ya da üvey evlâdın evlât edinilmesi veya tek başına evlât edinme hallerinde evlât edinenlerin, evlât edinilenlerin nüfus sicilinde ana ve/veya baba olarak kaydedilmesine imkan tanınmamasının özel hayata saygı gösterilmesini isteme hakkı kapsamında olduğu belirtilmiştir [AYM, E. 2023/3 K. 2023/139 T. 26.07.2023, § 34-41 (RG, 19.10.2023, S. 32344)]. Değişiklikte “Ayırt etme gücüne sahip olmayan küçüklerin nüfus kaydına, birlikte evlât edinmede ana ve baba adı olarak evlât edinen eşlerin adları; tek başına evlât edinmede ise ana veya baba adı olarak evlât edinenin adı yazılır. Evlât edinilen diğer kişiler hakkında, talepleri halinde bu hüküm uygulanır.” teklif edilmiştir.
D. Vesayeti Gerektiren Haller Hakkında
Bir yıl veya daha uzun süreli özgürlüğü bağlayıcı bir cezaya mahkûm olan her erginin kısıtlanacağı (TMK m. 407) ve özgürlüğü bağlayıcı cezaya mahkûmiyet sebebiyle kısıtlı bulunan kişi üzerindeki vesayetin hapis hakkının sona ermesiyle kendiliğinden ortadan kalkacağı (TMK m. 471) kabul edilmişti. Söz konusu iki düzenleme Anayasa Mahkemesince iptal edilmişti. İptal kararında hükümlünün gerçekten korunmasını gerektiren durumların bulunup bulunmadığının araştırılıp, ancak böyle bir durumun varlığı halinde vesayet kararı verilmesi hususunda mahkemeye takdir hakkının tanınmadığı veya vesayete göre kişinin fiil ehliyetini daha az sınırlayan yasal danışmanlık ve kayyımlık atanmasına imkan verilmediği, dolayısıyla bu kuralın ulaşılmak istenen amaç bakımından gerekli olmadığı belirtilmiştir. Kararda anılan maddenin iptaliyle aynı Kanun’un 471’inci maddesinin uygulama imkanı kalmadığı gerekçesiyle iptal edildiği ifade edilmiştir. Anayasa Mahkemesinin iptal kararına uygun değişiklik teklif edilmiştir: “Kesinleşmiş hapis cezasının infazı amacıyla ceza infaz kurumunda bulunan ergin bir kişi, isteği üzerine kısıtlanır veya kendisine kayyım atanır. Toplam beş yıl veya daha fazla kesinleşmiş hapis cezasının infazı amacıyla ceza infaz kurumunda bulunan ergin bir kişi, isteği bulunmasa dahi kişiliğinin veya malvarlığının korunması bakımından gerekli görülmesi hâlinde kısıtlanabilir. Cezayı yerine getirmekle görevli makam hapis cezasının infazına başlandığını derhâl vesayet makamına bildirir. Vesayet makamı karar vermeden önce hükümlüyü dinler. Bu Kanunun kayyımlığa ilişkin hükümleri niteliğine uygun düştüğü ölçüde bu madde için de uygulanır. (TMK m. 407)” ve “Özgürlüğü bağlayıcı cezaya mahkûmiyet sebebiyle kısıtlı bulunan kişi üzerindeki vesayet, hapis hâlinin hukuka uygun bir şekilde sona ermesiyle kendiliğinden ortadan kalkar. Hapis hâlinin devamı süresince aşağıdaki şartların varlığı hâlinde vesayet sona erdirilebilir: 1. Toplam beş yıldan az olan hapis cezasının infazına bağlı olarak verilen kısıtlama kararları bakımından kişinin isteminin bulunması, 2. Toplam beş yıl veya daha fazla kesinleşmiş hapis cezasının infazına bağlı olarak verilen kısıtlama kararları bakımından kişinin talebi üzerine kişiliğinin veya malvarlığının korunması sebebinin ortadan kalkması. (TMK m. 471)”
Son olarak, vesayeti gerektiren hallerde kısıtlama usulü hakkında 409’uncu ve 436’ncı maddeler değişiklik teklif edilmiştir.
TAZMİNAT
- 6384 Sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun’un isminin ve amaç başlıklı birinci maddesinin değiştirilmesi teklif edilmiştir. Teklife göre, Kanun’un adı “Tazminat Komisyonunun Görevleri ile Çalışma Usul ve Esasları Hakkında Kanun” olarak önerilmiştir.
- Ceza hukuku kapsamındaki soruşturma ve kovuşturmalar ile özel hukuk ve idare hukuku kapsamındaki yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı iddiasıyla manevi tazminat istemiyle komisyona yapılan başvuruların Kanun kapsamına dahil edilmesi teklif edilmiştir.
- Ayrıca Kanun değişikliği teklifinde, müracaatın ve ispat belgelerinin değerlendirilmesinde ve verilecek tazminat miktarının saptanmasında Komisyonun, bilirkişi incelemesi dahil gerekli gördüğü araştırmayı yapmaya veya üyelerinden birine yaptırmaya yetkili kılınması yer almaktadır.