Ersan Şen Hukuk ve Danışmanlık - Anayasa Mahkemesi İçtihadında Beraat Kararının Disiplin Hukukuna Etkisi

Dr. Erkan Duymaz

Anayasa Mahkemesi İçtihadında Beraat Kararının Disiplin Hukukuna Etkisi
31.12.2021 / Dr. Erkan Duymaz

Ceza yargılamasının mahkumiyet dışında bir hükümle sonuçlanması hâlinde yargılamaya konu olan aynı olaylara dayanılarak kişiye disiplin cezası verilmesi masumiyet/suçsuzluk karinesi çerçevesinde ele alınması gereken bir konudur. Masumiyet/suçsuzluk karinesi, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi m.6/2'de ve Anayasa m.38/4'de güvence altına alınmıştır. Anayasa Mahkemesi (AYM) bireysel başvuru kapsamında yaptığı incelemelerde masumiyet/suçsuzluk karinesinin ihlal edildiği yönündeki iddiaları m.38/4 ve m.36 ışığında değerlendirmektedir.

İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM) içtihadında masumiyet/suçsuzluk karinesi güvencesinin birbiriyle bağlantılı iki unsur içerdiği kabul edilmektedir. Bunlardan birincisi, kişiye suç isnadından bulunulmasından ceza yargılamasının sonuçlanmasına kadar geçen süreyi kapsayıp, kişinin suçlu olduğuna dair hüküm kurulana kadar suçluluğu hakkında erken açıklamalar yapılmasını yasaklamaktadır. İkincisi ise, mahkumiyet dışında bir şekilde sonuçlanan ceza yargılamaları ile bağlantılı müteakip yargılamalarda kişinin masumiyetine saygı gösterilmesini güvence altına almaktadır[1].

Dolayısıyla, beraatla sonuçlanmış ceza yargılamalarıyla bağlantılı disiplin soruşturmalarında aynı maddi olaylara dayanılarak disiplin cezası verilmesi masumiyet karinesinin ikinci unsurunu ilgilendirmektedir. Bu konuda gerek İHAM gerekse AYM kararlarından çıkan genel ilke, masumiyet karinesinin, kişi hakkında verilen beraat kararı sorgulanmadığı sürece, aynı maddi olaylar ışığında daha düşük ispat standardı kullanılarak kişinin disiplin yaptırımına tabi tutulmasına engel olmadığı yönündedir[2]. Disiplin hukukunun ceza hukukundan farklı ilkelere tabi olduğu ve farklı amaçlar güttüğü dikkate alındığında bu doğaldır. Nitekim Ceza Hukuku kapsamında bir cezanın uygulanmasını gerektirmeyen veya koşulları oluşmadığı için cezaya tabi tutulamayan bir fiilin, kişinin çalıştığı kurumun iç düzenine zarar vermesi elbette mümkündür.

İHAM ve AYM, beraatla sonuçlanmış olaylara dayanılarak disiplin cezası uygulandığı durumlarda masumiyet karinesinin ihlal edilip edilmediğini değerlendirirken "beraat kararının sorgulanması" ölçütünü esas almaktadır. AYM, ceza muhakemesi sonucunda kişinin kendisine isnat edilen eylemi işlemediğine dair hükümler dışında, ceza mahkemesi hükmünün disiplin makamları açısından doğrudan bağlayıcı olmadığını kabul etmektedir[3]. Bunun haricinde, idare mahkemesi kararında, kişinin yargılanmış olduğu bilgisine ve buna ilişkin karara yer verilmesi tek başına masumiyet karinesinin ihlali olarak değerlendirilmemektedir[4]. Benzer şekilde; açık bir suçlama içermedikçe, idare mahkemesi kararında, ceza davası dosyasındaki ifadelere ve elde edilen delillere gönderme yapılması da tek başına masumiyet karinesi bakımından sorun teşkil etmemektedir. Bu durumda önemli olan idare mahkemesinin kişinin suçluluğu hakkında yorum yapmaması ve çıkarımda bulunmamasıdır[5]. Masumiyet karinesine saygı bakımından idare mahkemelerinden beklenen aynı maddi olaylara dayansalar dahi bu olaylara ilişkin idare hukuku ışığında ayrı bir değerlendirme yapmalarıdır. Burada mahkeme kararlarının gerekçelerinde kullanılan dil büyük önem kazanmaktadır. Gerekçede, suçluluğu mahkeme kararıyla sabit olmayan kişinin kendisine isnat edilen eylemleri işlediği ve suçlu olduğu inancının yansıtılması durumunda masumiyet karinesine saygı gösterilmediği kabul edilmektedir[6].

Bu ilkeler, AYM'nin 02.07.2020 tarihli iki Genel Kurul kararında uygulanmış ve her iki başvuruda da masumiyet karinesinin ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır[7]. Ne var ki ceza yargılaması sonucunda verilen beraat kararlarının hiçbir surette idare mahkemelerince sorgulanamayacağını teyit eden sözkonusu kararlar disiplin hukukunun ve dolayısıyla idari yargının hareket alanını önemli ölçüde sınırlandırması nedeniyle eleştiriye açıktır. Nitekim aşağıda görüleceği üzere, idare mahkemelerinin maddi olayları ceza mahkemelerinden farklı değerlendirmeleri ve daha düşük bir ispat standardı uygulayarak farklı bir sonuca ulaşmaları pratikte neredeyse imkansız hale gelmiştir. Bunun sonucunda disiplin süreci büyük ölçüde ceza yargılamasının sonucuna bağlı kılınmış ve bizzat AYM'nin altını çizdiği disiplin hukukunun özerkliği ilkesi etkisizleştirilmiştir.

Bu kararlara konu olan başvuruların ilkinde (Barış Baş), öğretmen olan başvurucunun bir öğrencisine tokat attığı iddiasıyla hakkında eş zamanlı olarak ceza ve disiplin soruşturmaları başlatılmıştır. Başvurucu nitelikli yaralama suçundan yargılandığı davada delil yetersizliğinden beraat etmiştir. Beraat kararı veren mahkeme, mağdurun yanağındaki kızarıklığın buz konulması suretiyle mi yoksa tokat atılması suretiyle mi gerçekleştiği hususunda şüphe oluştuğunu ve bu şüpheden sanığın yararlanması gerektiğini belirtmiştir. Başvurucu hakkında yürütülen disiplin soruşturması sonucunda ise "hizmet içinde devlet memurunun itibar ve güven duygusunu sarsacak nitelikte davranışlarda" bulunma fiilinin işlendiğine kanaat getirilerek başvurucuya kınama cezası verilmiştir. Disiplin cezasına karşı açılan iptal davasında nihai kararı veren Bölge İdare Mahkemesi dosya kapsamında yer alan delilleri değerlendirerek, "Baştan yakınıcı öğrencinin yüzüne buz uygulaması şuyuu, tokat atıldığının vukuunu göstermektedir." tespitiyle davayı reddetmiştir. AYM, idare mahkemesinin gerekçesinde yer alan ifadelerin ceza mahkemesi kararında ulaşılan sonucu tartışmaya açtığını, kararı okuyanlarda başvurucunun nitelikli yaralama suçunu işlediği izleniminin oluşmasına sebebiyet verdiğini, dolayısıyla beraat kararının anlamsız hâle geldiğini savunarak masumiyet karinesinin ihlal edildiğine karar vermiştir. Mahkeme ayrıca "iki yargı kolu arasında başvurucunun nitelikli yaralama suçunu işleyip işlemediğiyle ilgili olarak çelişkili kararların ortaya çıkmasına" sebep olunduğunu belirtmiştir.

İkinci başvuruda (Hüseyin Sezer), zabıt katibi olarak görev yapan başvurucu hakkında, gizlilik kararı alınmış dava dosyasının fotokopisini çektirmek suretiyle örneğini bir avukata verdiği iddiasıyla kamu davası açılmış, yapılan yargılama sonucunda delil yetersizliğinden başvurucunun beraatına hükmedilmiştir. Öte yandan, aynı olay ve olgulara dayanılarak başvurucu hakkında disiplin soruşturması başlatılmış ve bunun neticesinde başvurucuya devlet memurluğundan çıkarma cezası uygulanmıştır. Disiplin cezasına ilişkin nihai kararın gerekçesinde şu ifadeler yer almıştır: "dava dosyasına sunulan belgeler ile sabit olan bir tatil günü mesai saati sonrasında hakkında gizlilik kararı alınmış bir soruşturma dosyasını hakimin odasından alarak adliyeye yakın bir kırtasiyede fotokopisini çektirmek suretiyle bir örneğini şüphelinin avukatına verme fiilinin (...) 'Memurluk sıfatı ile bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz kızartıcı ve utanç verici hareketlerde bulunmak' fiili kapsamında olduğu açık olup (...)". AYM'nin bu başvurudaki değerlendirmesi de yukarıdakiyle aynı yönde olmuştur.  

AYM bu kararında her ne kadar "Ceza yargılaması sonucunda delil yetersizliği gerekçesiyle beraat eden başvurucunun kendisine suçlu muamelesi yapılmadan, disiplin kurallarına aykırı eylemi usule uygun bir şekilde tespit edildiği takdirde idari yaptırıma tabi tutulması mümkündür." demiş olsa da, bunun pratikte mümkün olup olmadığı tartışmalıdır. Gerçekte, delil yetersizliği gerekçesiyle beraat eden kişiye aynı maddi olaylara dayanılarak disiplin cezası verilmesi AYM'nin beraat kararının hiçbir surette sorgulanamayacağı kabulü karşısında pek olanaklı görünmemektedir. Bu durumda disiplin cezası uygulanabilmesi için ceza yargılamasına konu olanlardan farklı olaylara dayanılması gerektiği açıktır. Nitekim fiilin sübutu ile ilgili olarak ceza mahkemelerince ulaşılan kanaatin aksi yönünde bir kanaate ulaşmak masumiyet karinesine aykırı olacaksa, idare mahkemelerinin farklı olaylara dayanmak dışında bir seçeneği kalmamaktadır. Bu ise beraatla sonuçlanan ceza yargılamasının aslında idare mahkemeleri açısından mutlak bağlayıcılığa sahip olduğu anlamına gelmektedir.

Kanaatimizce AYM'nin bu yaklaşımı, ceza hukukunun ve disiplin hukukunun ayrı disiplinler olarak farklı ilkelere tabi olduğu ve farklı amaçlara hizmet ettiği gerçeğini göz ardı etmektedir. Öte yandan AYM'nin beraat kararları arasında bir ayrım yapmaksızın masumiyet karinesi güvencesini her koşulda aynı biçimde yorumlaması disiplin hukukunun özerkliğini önemli ölçüde zayıflatmaktadır. Ceza Muhakemesi Kanunu m.223/2 farklı beraat gerekçelerine yer vermektedir. Bunlardan "yüklenen suçun sanık tarafından işlenmediğinin sabit olması" sözkonusu olduğunda beraat kararının idare mahkemeleri üzerindeki bağlayıcılığının çok güçlü olduğunun kabul edilmesi gerekmektedir. Çünkü bu durumda, ceza mahkemelerince verilen karar fiilin sübutuna ilişkin kesin bir yargı içermektedir. Buna karşın "yüklenen suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit olmaması" gerekçesine dayanılarak verilen beraat kararlarında fiilin sübutuna ilişkin aynı derece bir kesinlik bulunmamaktadır. Başka bir ifadeyle, delil yetersizliği gerekçesiyle verilen beraat kararları karşısında idare mahkemelerinin sübuta ilişkin farklı bir değerlendirmede bulunmaları disiplin hukuku çerçevesinde mümkün olmalıdır. Bu husus, AYM kararlarında azınlıkta kalan üyelerin karşı oyunda da isabetli olarak dile getirilmiştir. Muhalif üyeler, delil yetersizliğine bağlı olarak verilen beraat kararlarının hukuk ve idare mahkemeleri üzerinde daha zayıf bir etki göstermesi gerektiğini güçlü argümanlarla savunmuştur[8].

Kanımızca, İHAM'ın ve AYM'nin vurguladığı gibi, disiplin hukukunda ceza hukukuna kıyasla daha düşük bir ispat standardının uygulanması mümkün ise idare mahkemelerine daha geniş bir hareket alanı tanınmalı ve dahil oldukları hukuk disiplininin kendine has işlev ve amaçları doğrultusunda karar vermeleri engellenmemelidir.

           

 

 

 

[1] İHAM, Kemal Coşkun/Türkiye, B. No: 45028/07, 28/3/2017, § 41, 43; Seven/Türkiye, B. No: 60392/08, 23/01/2018, § 42.

[2] İHAM, Ringvold/Norveç, B. No: 34964/97, 11/2/2003, § 38; AYM, Galip Şahin, B. No: 2015/6075, 11/6/2018, § 46.

[3] AYM, Kürşat Eyol, B. No: 2012/665, 13/6/2013, § 30.

[4] AYM, Uğur Ayyıldız, B. No: 2012/574, 6/2/2014, § 78.

[5] İHAM, Güç/Türkiye, B. No: 15374/11, 23/1/2018, § 42-43; AYM, Galip Şahin, B. No: 2015/6075, 11/6/2018, § 52-53.

[6] AYM, Ramazan Tosun, B. No: 2012/998, 7/11/2013, § 66-67.

[7] AYM, Barış Baş [GK], B. No: 2016/14253, 2/7/2020; Hüseyin Sezer [GK], B. No: 2016/13566, 2/7/2020.

[8] Bkz. AYM, Barış Baş [GK], B. No: 2016/14253, 2/7/2020 kararındaki karşı oy.