Prof. Dr. Ersan Şen

Cem Serdar

Ceza Davası Sonucunun Disiplin Yargılamasına Etkisi

10.03.2022 / Prof. Dr. Ersan Şen, Stj. Av. Cem Serdar

I. Giriş

Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu; 02.07.2020 tarihli ve 2016/13566 başvuru numaralı Hüseyin Sezer başvurusunda ileri sürülen, devlet memurluğundan çıkarma disiplin cezasına karşı açılan davada, disiplin işlemine konu eylem için yapılan ceza yargılamasında beraat kararı verilmesine rağmen, disiplin işleminin hukuka uygun olduğu sonucuna ulaşılmasının suçsuzluk/masumiyet karinesini ihlal ettiği iddiasını değerlendirmiştir.

II. Başvuru Süreci

Zabıt katibi olarak görev yapmakta olan başvurucu hakkında; gizlilik kararı alınmış dava dosyasının fotokopisini çektiği ve örneğini bir avukata verdiği iddiasıyla gizliliğin ihlali suçundan Nizip 1. Asliye Ceza Mahkemesi’nde kamu davası açılmış, başvurucu ve olayla ilgili kişilerin ceza yargılaması sürecinde ifadeleri alınmıştır.

Nizip 1. Asliye Ceza Mahkemesi 09.07.2008 tarihli kararıyla; başvurucuya isnat edilen eylemin sübut bulduğunu ortaya koyacak nitelikte her türlü şüpheden uzak, somut ve inandırıcı delil bulunmadığı için delil yetersizliğinden başvurucunun beraatına hükmetmiş, karar temyiz edilmeden 17.07.2008 tarihinde kesinleşmiştir.

Ceza yargılamasının yanında Gaziantep Adli Yargı İlk Derece Mahkemesi Adalet Komisyonu tarafından; başvurucu hakkında aynı eylem nedeniyle 12.05.2008 tarihinde disiplin soruşturması başlatılmış, soruşturma sonucunda Komisyon, başvurucunun gizlilik kararı alınmış bir dava dosyasının fotokopisini çekerek örneğini avukata verme fiilini gerçekleştirdiği kanaatine ulaşmış, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 125. maddesinin (d) bendinin (k) alt bendi gereğince açıklanması yasak bilgileri açıklama fiilinden kademe ilerlemesinin durdurulması disiplin cezası verilmesi önerisiyle dosyayı Adalet Bakanlığı Disiplin Kuruluna sunmuş, Adalet Bakanlığı Disiplin Kurulu ise bu fiili 657 sayılı Kanun’un 125. maddesinin (e) bendinin (g) alt bendi uyarınca devlet memurluğundan çıkarma cezası gerektiren devlet memurluğu ile bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz kızartıcı, utanç verici hareketlerde bulunma fiili kapsamında görerek, 13.01.2009 tarihli kararıyla dosyayı Yüksek Disiplin Kuruluna sevk etmiştir.

Adalet Bakanlığı Yüksek Disiplin Kurulu; 657 sayılı Kanun’un 131. maddesinde belirtilen ceza kovuşturmasında mahkumiyet kararı verilmemesinin disiplin cezası uygulanmasına engel olmadığını belirterek, başvurucunun fiili nedeniyle 657 sayılı Kanunun 125. maddesinin (e) bendinin (g) alt bendi uyarınca devlet memurluğundan çıkarma disiplin cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir.

Başvurucu; bu kararın iptali için 16.04.2010 tarihinde Gaziantep 2. İdare Mahkemesi’nde dava açmış, Mahkeme başvurucunun fiilinin kademe ilerlemesinin durdurulması cezasını gerektiren açıklanması yasak olan bilgi ve belgelerin açıklanması fiili kapsamında değerlendirilmesi gerektiği gerekçesiyle iptal kararı vermiştir. Ancak Danıştay 12. Dairesi’nin 31.10.2012 tarihli kararıyla bu hüküm bozulmuş, sonrasında Yerel Mahkeme tarafından bozma kararında gösterilen gerekçelere uyularak dava reddedilmiştir.

Ret hükmü Danıştay 12. Dairesi’nin 12.02.2014 tarihli kararıyla onanmış, karar düzeltme istemi Danıştay 16. Dairesi’nin 13.04.2016 tarihinde oyçokluğu ile verdiği karar ile reddedilmiş, azınlıkta kalan üyeler karşı oy yazısında; “ceza yargılamasında olayın tek tanığı olan şahsın da başvurucuyu eylemin faili olarak teşhis edemediği dikkate alındığında başvurucuya isnat edilen eylemin her türlü şüpheden uzak ve somut bir şekilde ispatlanamadığı” gerekçesine yer verilmiştir.

III. İlgili Hukuk

657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun “Disiplin cezalarının çeşitleri ile ceza uygulanacak fiil ve haller:” başlıklı 125. maddesinin ilgili kısmına göre; “Devlet memurluğundan çıkarma cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır:

...

g) memurluk sıfatı ile bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz kızartıcı ve utanç verici hareketlerde bulunmak”

657 sayılı Kanunun “Cezai kovuşturma ile disiplin kovuşturmasının birarada yürütülmesi” başlıklı 131. maddesinin ilgili kısmına göre; “Aynı olaydan dolayı memur hakkında ceza mahkemesinde kovuşturmaya başlanmış olması, disiplin kovuşturmasını geciktiremez.

Memurun ceza kanununa göre mahkum olması veya olmaması halleri, ayrıca disiplin cezasının uygulanmasına engel olamaz”.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Gizliliğin ihlali” başlıklı 285. maddesinin uyuşmazlık konusu olay ve ceza yargılaması sürecinde yürürlükte bulunan haline göre; “Soruşturmanın gizliliğini alenen ihlal eden kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Ancak, soruşturma aşamasında alınan ve kanun hükmü gereğince gizli tutulması gereken kararların ve bunların gereği olarak yapılan işlemlerin gizliliğinin ihlali açısından aleniyetin gerçekleşmesi aranmaz.

Kanuna göre kapalı yapılması gereken veya kapalı yapılmasına karar verilen duruşmadaki açıklama veya görüntülerin gizliliğini ihlal eden kişi, birinci fıkra hükmüne göre cezalandırılır. Ancak, bu suçun oluşması için tanığın korunmasına ilişkin olarak alınan gizlilik kararına aykırılık açısından aleniyetin gerçekleşmesi aranmaz.

Bu suçların basın ve yayın yoluyla işlenmesi halinde, ceza yarı oranında artırılır.

Soruşturma ve kovuşturma evresinde kişilerin suçlu olarak damgalanmalarını sağlayacak şekilde görüntülerinin yayınlanması halinde, altı aydan iki yıla kadar hapis cezasına hükmolunur”.

İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin “Adil/dürüst yargılanma hakkı” başlıklı 6. maddesinin 2. fıkrasına göre; “Bir suçla itham edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar masum sayılır”.

Anayasanın “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36. maddesinin 1. fıkrasına göre; “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir”.

Anayasanın “Suç ve cezalara ilişkin esaslar” başlıklı 38. maddesinin 4. fıkrasına göre; “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz”.

IV. Anayasa Mahkemesi’nin Değerlendirmesi

Anayasa Mahkemesi kabul edilebilirlik yönünden yaptığı değerlendirmesinde; suçsuzluk/masumiyet karinesinin Anayasanın 36. maddesinde güvence altına alınan adil/dürüst yargılanma hakkının bir unsuru olduğuna ve bu karinenin Anayasanın 38. maddesinin 4. fıkrasında ayrıca düzenlendiğini söyleyerek, suçsuzluk/masumiyet karinesinin güvence bakımından iki boyutunun bulunduğu belirtmiş, güvencenin ikinci boyutunun ceza yargılaması sonucunda mahkumiyet dışında bir hüküm kurulduğunda devreye gireceğini, daha sonraki yargılamalarda ceza gerektiren suçla ilgili olarak kişinin masumiyetinden şüphe duyulmamasını, kamu makamlarının toplum nezdinde kişinin suçlu olduğu izlemini uyandıracak işlem ve eylemlerden kaçınmasını sağladığını ifade etmiştir.

Anayasa Mahkemesi; somut başvuruya konu disiplin işleminin denetlendiği yargı süreci ile ceza yargılaması arasında bağlantı bulunduğu sonucuna ulaşarak, bu kapsamda suçsuzluk/masumiyet karinesinin sağladığı güvencenin ikinci boyutunun devreye girdiği, başvuruda Anayasanın 36. ve 38. maddelerinin uygulanabileceği kanaatine varmış ve başvurunun açık dayanaktan yoksun olmadığını ve kabul edilmezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden tespit edilmediğinden, suçsuzluk/masumiyet karinesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar vermiştir.

Hüseyin Sezer başvurusunda Anayasa Mahkemesi; suçsuzluk/masumiyet karinesinin hukuk devleti ilkesinin bir gereğini oluşturduğunu, suçsuzluk/masumiyet karinesinin ceza soruşturması ile eşzamanlı olarak kişi hakkında kişi hakkında disiplin soruşturması yürütülmesine engel teşkil etmediğini ve ceza yargılamasının mahkumiyet dışında bir hükümle sonuçlanmasının kişiye disiplin yaptırımı uygulanmasının veya kişinin başka türlü sorumluluğuna gidilmesini engellemeyeceğini, aksi takdirde bu durumun beraat eden kişi lehine amacından saptırılmış bir keyfiliğe yol açacağını ve beraat eden kişiye kendi fiilinin Tazminat Hukukuna ve İdare Hukukuna ilişkin sonuçlarından da kaçınma avantajı sağlayacağını, Ceza Muhakemesi Hukuku ile Disiplin Hukukunun farklı kural ve ilkelere tabi disiplinler olduğunu, suçsuzluk/masumiyet karinesi kapsamındaki güvencelerin sağlanıp sağlanmadığının tespiti yapılırken, ceza yargılaması dışında kalan yargılamalardaki karar gerekçesinin bir bütün olarak değerlendirilmesi gerektiğini söyleyerek, somut başvuruda geçerli olacak genel ilkeleri ortaya koymuştur.

Yüksek Mahkeme kararın devamında; başvurucunun Nizip 1. Asliye Mahkemesi’nde 09.07.2008 tarihinde delil yetersizliği gerekçesiyle beraat ettiğini, aynı nedenle hakkında açılan disiplin soruşturması sonucunda memur sıfatı ile bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz kızartıcı ve utanç verici hareketlerde bulunduğu sonucuna ulaşılarak 03.03.2010 tarihli işlemle devlet memurluğundan çıkarma disiplin cezası aldığını ve bu işlemin mahkeme tarafından hukuka uygun bulunduğunu, başvurucunun gizliliğin ihlali suçu sebebiyle yürütülen ceza yargılamasından beraat ettiği için aynı olay örgüsü esas alınarak yürütülen diğer hukuki/idari yargı süreçlerinde de suçsuzluk/masumiyet karinesinin sağladığı güvencenin ikinci yönünden faydalanacağını, disiplin suçuna ve ceza yargılamasına konu fiillerin aynı olduğu hallerde disiplin soruşturması ile ilgili uyuşmazlıklara bakan idari mahkemelerin fiilin sübutu bakımından ceza mahkemesinin ulaştığı kanaate saygı göstermesi ve bunu sorgulayacak ifadelerden kaçınması gerektiğini, aksi halde kişinin ceza mahkemesinde beraat etmesinin bir anlamının kalmayacağını, ceza yargılaması sonucunda delil yetersizliğinden beraat eden başvurucunun kendisine suçlu muamelesi yapılmadan, disiplin kurallarına aykırı eyleminin usule uygun bir şekilde tespit edilmesinin ve idari yaptırıma tabi tutulmasının mümkün olduğunu, bu hususta adli ve idari yargı makamlarının kendi görev sınırlarını aşarak başvurucuyu suçlu ilan edip etmediğine, disiplin hukuku ilke ve kuralları içinde kalınarak değerlendirme yapılıp yapılmadığı ve kullanılan dil itibarıyla başvurucunun suçsuzluğu/masumiyeti üzerine gölge düşürülüp düşürülmediğinin açığa kavuşturulması gerektiğini, 03.03.2010 tarihli Yüksek Disiplin Kurulu kararında ayrıntılı bir değerlendirmede bulunulduğunu, bu değerlendirme gerekçesinde kullanılan ifadelere bakıldığında, ceza mahkemesi kararında ulaşılan sonucun tartışmaya açılmasının yanında kararı okuyanlarda başvurucunun üzerine atılı suçu işlediği izleniminin oluşmasına sebebiyet verdiğinin görüldüğünü, bu durumun beraat kararını anlamsız hale getirdiğini ve başvurucunun masumiyetine gölge düşürdüğünü, iki yargı kolu arasında çelişkili kararların ortaya çıkmasına neden olduğunu ifade ederek, Anayasanın 36. ve 38. maddelerinde güvence altına alınan suçsuzluk/masumiyet karinesinin ihlal edildiğine karar vermiştir.

V. Değerlendirmemiz

Suçsuzluk/masumiyet karinesi İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi m.6/2’de ve Anayasa m.38/4’de güvence altına alınmış olup, Anayasa Mahkemesi suçsuzluk/masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiaları ile önüne gelen bireysel başvuruları Anayasa m.38/4 ve m.36 kapsamında incelemektedir.

İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin içtihadına göre, suçsuzluk/masumiyet karinesinin sağladığı güvencenin birbiriyle bağlantılı iki boyutu olduğunu kabul etmektedir. Bunlardan birincisi; kişiye suç isnadında bulunulmasından ceza yargılamasının sonuçlanmasına kadar geçen süreyi kapsayıp, kişinin suçlu olduğuna dair hüküm kurulana kadar suçluluğu hakkında erken açıklamalar yapılmasını yasaklamakta iken, güvencenin ikinci boyutu ise mahkumiyet dışı bir hükümle sonuçlanan ceza yargılamaları ile bağlantılı yargılamalarda kişinin masumiyetine saygı gösterilmesini gerektirmektedir[1]. Anayasa Mahkemesi, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin bu içtihadını benimsemiştir.

Yazımızın konusunu oluşturan Anayasa Mahkemesi kararı açısından suçsuzluk/masumiyet karinesinin sağladığı güvencelerden ikinci boyutun gündeme geldiğini belirtmeliyiz.

İHAM ve AYM, ceza mahkemesi tarafından beraat ile sonuçlandırılan olaylara dayanılarak disiplin cezası uygulandığı durumlarda suçsuzluk/masumiyet karinesinin ihlal edilip edilmediği değerlendirmesinde “beraat kararının sorgulanması” ölçütünü esas almaktadır[2].

AYM bu ölçüte paralel olarak Hüseyin Sezer başvurusunda; ceza yargılaması sürecinin mahkumiyet dışında bir hükümle sonuçlanmasının kişiye disiplin yaptırımı uygulanmasının veya kişinin başka türlü hukuki sorumluluğuna gidilmesine engel teşkil etmeyeceğini vurgulayarak, böyle bir durumun her ihtimalde beraat eden kişiye kendi fiilinin Tazminat Hukukuna ve İdare Hukukuna ilişkin sonuçlarından kaçınma avantajı sağlayacağını belirtmiş, ancak suçsuzluk/masumiyet karinesinin sağladığı ikinci güvence boyutunun sağlanıp sağlanmadığının tespiti açısından ceza davasının mahkumiyet dışında bir hükümle sonuçlanması sonrası bir başka yargı mercii tarafından kişi hakkında kurulacak hükümlerin gerekçesinin bir bütün olarak değerlendirilmesi gerektiğine kararında yer vermiştir. Yüksek mahkeme bu değerlendirmenin yapılması sırasında, karar verici mercilerin kullandıkları dilin önem taşıyacağını ve dikkate alınacağını ifade etmiştir.

Kanaatimizce; AYM kararında aynı fiile ilişkin olarak yapılan ceza yargılaması ile idari yargılamanın veya özel hukuk yargılamasının, yani iki sürecin mutlak özdeş olduğuna dair bir karar vermemiştir. Yargı kollarının ve yargı mercilerinin farklı kural ve kaidelere tabi olduğunu, dolayısıyla ceza yargılaması ile paralel yürütülen bir disiplin yargılamasının farklı sonuçlarının olabileceğini AYM de kabul etmektedir. Ancak AYM’nin vurgulamak istediği husus; farklı sonuca ulaşılıyor olsa dahi beraat kararının idare mahkemesi kararında sorgulanamayacağı, böyle bir hususa sebebiyet verecek ifadelerden kararda kaçınılması gerektiği ve kararda kullanılan ifadelere bakıldığında ceza mahkemesi kararında ulaşılan sonucun tartışmaya açılarak, kararı okuyanlarda ceza mahkemesinde beraat eden kişinin üzerine atılı suçu işlediği izleniminin oluşmasına sebebiyet verilmemesi gerektiğidir. AYM bu görüşünü; ceza yargılaması sonucunda delil yetersizliği nedeniyle beraat eden kişiye suçlu muamelesi yapılmadan, disiplin kurallarına aykırı eylemi usule uygun olarak tespit edilirse, idari yaptırıma tabi tutulabileceği, ancak bu yapılırken disiplin ve ceza yargılamalarına konu fiillerin aynı olduğu durumda, disiplin soruşturması ile ilgili uyuşmazlıklara bakan idari mahkemelerin fiilin sübutu konusunda ceza mahkemesinin ulaştığı kanaate saygı göstermesi ve bunu sorgulayacak ifadeler kullanmaması gerektiğini şeklinde gerekçelendirmektedir. Bu konudaki, gerek İHAM ve gerekse AYM’den çıkan genel ilkenin de suçsuzluk/masumiyet karinesinin, kişi hakkında verilen mahkumiyet kararı sorgulanmadığı sürece, aynı maddi olay hakkında daha düşük ispat standardı kullanılarak, kişinin disiplin yaptırımına tutulabileceği yönünde olduğunu söylememiz gerekir[3].

Belirtmeliyiz ki; bu ihlal kararının, ceza yargılamasının sonucunda verilen beraat kararlarının hiçbir şekilde idare mahkemelerince sorgulamamasına, dolayısıyla idari yargının hareket alanının önemli ölçüde sınırlandırılmasına ve idare mahkemelerinin maddi olayları ceza mahkemelerinden farklı değerlendirmeleri ve daha düşük ispat standardı uygulayarak farklı bir sonuca ulaşmalarının pratikte imkansız hale getirildiğine yol açtığı gerekçeleriyle eleştirilmesi mümkündür[4].

Ancak Yüksek Mahkeme tarafından verilen kararı bir bütün olarak değerlendirdiğimizde; ihlal kararının, başvurucu ceza davasından beraat etmesine rağmen, idari yaptırıma tabi tutulması nedeniyle verilmediğini, aksine böyle bir durum mümkün olmasını AYM’nin de kabul ettiğini, ancak başvuruya konu olayın disiplin hukuku sürecinde 03.03.2010 tarihli Yüksek Disiplin Kurulu tarafından yapılan değerlendirmede kullanılan dil ve ifadeler nedeniyle ceza mahkemesinin ulaştığı sonucun tartışmaya açıldığı ve kararı okuyanlarda başvurucunun üzerine atılı suçu işlediği izleniminin oluşmasına sebebiyet vermesinin suçsuzluk/masumiyet karinesinin ikinci boyutunun ihlal etmesi nedeniyle verildiğini görmekteyiz.

Netice olarak; ceza yargılaması ile disiplin yargılaması süreçlerinin farklı kural, kaidelere tabi olduğunu ve iki yargı kolunda aynı fiile ilişkin olarak dahi farklı kararların çıkabileceğini düşündüğümüzü, ancak Anayasa Mahkemesi’nin suçsuzluk/masumiyet karinesinin ihlaline ilişkin verdiği kararın, başvurucunun ceza davasından beraat etmesine rağmen aynı fiile ilişkin olarak disiplin yaptırımına tabi tutulması nedeniyle verilmediğini, disiplin yaptırımına tabi tutulmasını sağlayan nihai işlem olan Yüksek Disiplin Kurulu kararında kullanılan dil ve ifadeler sebebiyle ceza mahkemesi sonucunun tartışılmaya açılarak başvurucunun suçu işlediği izleniminin oluşmasına sebebiyet vermesi nedeniyle verildiğini anladığımızı ve karara bu yönü ile katıldığımızı ifade etmek isteriz.

 

 

[1] Erkan Duymaz, Anayasa Mahkemesi İçtihadında Beraat Kararının Disiplin Hukukuna Etkisi, https://sen.av.tr/tr/makale/anayasa-mahkemesi-ictihad%C4%B1nda-beraat-kararinin-disiplin-hukukuna-etkisi, Erişim tarihi: 04.01.2021.

 

[2] Erkan Duymaz, a.g.e. Erişim tarihi: 04.01.2022

[3] Erkan Duymaz, a.g.e., Erişim tarihi: 05.01.2022

[4] Erkan Duymaz, a.g.e., Erişim tarihi: 05.01.2022