Prof. Dr. Ersan Şen
Tamer Berk Bayraklı
Dini İnanç ve Duyguların İstismarı Suretiyle Dolandırıcılık
18.07.2024 / Prof. Dr. Ersan Şen, Av. Tamer Bayraklı, Stj. Av. Hurşit Berkay Çalışkan
- Giriş
Bu yazımızda; 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun ikinci kitabının “Kişilere Karşı Suçlar” başlıklı ikinci kısmının “Malvarlığına Karşı Suçlar” başlıklı onuncu bölümünde “Nitelikli dolandırıcılık” başlığı altında yer alan 158. maddesinin 1. fıkrasının (a) bendi uyarınca dini inanç ve duyguların istismar edilmesi suretiyle işlenen dolandırıcılık suçu, suçun uygulamadaki görünüş biçimleri ve konu ile ilgili Yargıtay kararları kaleme alınmıştır.
Bu yazımız kapsamında; yalnızca TCK m.158/1-a uyarınca düzenlenen nitelikli dolandırıcılık suçu değerlendirilecek olup, TCK m.157 uyarınca dolandırıcılık suçunun temel şeklinin unsurlarını daha önceki yazılarımızda[1] detaylı olarak incelemiş bulunmaktayız.
- Dini İnanç ve Duyguların İstismar Edilmesi Suretiyle İşlenen Dolandırıcılık Suçu
Dolandırıcılık suçunun dini inanç ve duyguların istismarı suretiyle işlenmesi; dolandırıcılık suçunun temel şekline göre daha ağır ceza ile cezalandırılmayı gerektiren bir hal olarak TCK m.158/1-a maddesinde düzenlenmiştir. Bu doğrultuda; dolandırıcılık suçunun dini inanç ve duyguların istismar edilmesi suretiyle işlenmesi halinde, üç yıldan on yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adli para cezasına hükmolunacağı düzenlenmiştir. Hüküm gerekçesine göre; “Burada dikkat edilmesi gereken husus, dinin bir aldatma aracı olarak kullanılmasıdır. Bu nitelikli unsurun gerçekleşebilmesi için, dini inanç ve duygular, aldatma aracı olarak kötüye kullanılmalıdır. Suçun oluşabilmesi için, dini inanç ve duyguların kötüye kullanılması suretiyle gerçekleştirilen hile ile haksız bir yarar da sağlanmış olmalıdır”.
TCK m.158/1-a uyarınca; dolandırıcılık suçunun dini inanç ve duyguların istismar edilmesi suretiyle işlenmesi, bu suçun temel şekline göre daha ağır ceza ile cezalandırılmayı gerektiren bir durum olarak kabul edilmiş olup, burada dikkat edilmesi gereken husus, madde gerekçesinde de belirtildiği üzere, dinin bir aldatma aracı olarak kullanılmasıdır. Bu nitelikli halin oluşabilmesi için, dini inanç ve duyguların kötüye kullanılması suretiyle gerçekleştirilen hile ile haksız bir yarar sağlanması gerektiği belirtilmiştir.
TCK m.158/1-a’da düzenlenen bu suç tipinde; kişilerin günlük hayatta dini olarak inançlarının ve bu yönde iradelerinin aldatılma olanağının oldukça fazla olduğunu, dini yönden bilgi eksikliği bulunan kişilerin, bazı olay ve/veya olguların gerçekleşebileceğine inandırılarak, bazen kendilerini mehdi ilan eden veya seçilmiş kişi olduklarına inandıran failler tarafından aldatılabileceğini, mağdurun inandığı dinin belli bir inanç ve sistematiği çerçevesinin dışına çıkarak veya bu sistematiğin içinde kalarak bazı hususların yerine getirilmesi gerektiğinden bahisle mağdurun yanılgıya düşürülebileceğini, suçun icra hareketleri üzerinde ortak fonksiyonel hakimiyet oluşturacak şekilde müşterek fail sıfatıyla işlenebileceğini, yine örgüt kapsamında üstlük, altlık, süreklilik, çeşitlilik, yoğunluk unsurlarıyla birlikte sıkı veya gevşek bir organik bağ oluşturacak şekilde bir örgüt çerçevesinde işlenebileceğini, nitekim TCK m.158/3 uyarınca dolandırıcılık suçunun üç veya daha fazla kişi tarafından birlikte işlenmesi halinde yarı oranında, suç işlemek için teşkil edilmiş bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi halinde ise bir kat ceza artırımının düzenlendiğini, yine kendisini mehdi veya seçilmiş kişi olarak ilan eden failin, mağdurları tehdit veya şantajla zorla örgüte dahil ederek, mağdurların dini duygularının örgüt faaliyeti kapsamında gerçekleştirilen sohbetler veya toplantılar ile istismar edilebileceğini de belirtmek isteriz.
Dolandırıcılık suçunun TCK m.157’de yer alan temel şekline göre cezanın artırılmasını gerektiren nitelikli hal olarak düzenlenen, dini inanç ve duyguların istismar edilmesi suretiyle işlenen dolandırıcılık suçu kapsamında; temel unsur olarak “dini inanç[2] ve duygular” kavramının üzerinde durulması gerekmektedir. “Din” kavramı Türk Dil Kurumu’na göre; “Tanrı’ya, doğaüstü güçlere, çeşitli kutsal varlıklara inanmayı ve tapınmayı sistemleştiren toplumsal bir kurum; diyanet” olarak tanımlanmış olup, dolandırıcılık suçunun temelini oluşturan hileli hareketlerle aldatmanın bu suç tipinde dini inanç ve duyguların istismar edilmesi suretiyle gerçekleşmesi gerektiğini, din kavramının sadece Müslümanlık ile sınırlı olmadığını[3], birçok din kullanılarak bu suçun işlenebileceğini, önemli olan hususun mağdurun dini inancı kullanılarak aldatılması olduğunu ifade etmeliyiz.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 15.09.2015 tarihli, 2014/15-399 E. ve 2015/272 K. sayılı kararında; “Uygulamada yerleşmiş kabule göre dinin, bir topluluğun sahip olduğu kutsal kitap, peygamber ve yaratıcı kavramlarını da içinde bulunduran inanç sistemi ve bu sisteme bağlı olarak yerine getirmeye çalıştığı ahlaki kurallar bütününü ifade ettiği, dini inancın, belirli bir dine mensup olup dine inanan kişinin duyguları olduğu, bir insanın dinî inanç ve duyguları ile doğup büyüdüğü, terbiyesini aldığı ailesi, çevresi ve içinde bulunduğu toplum arasında çok sıkı bir ilişki bulunduğu, bu nitelikli unsurun gerçekleşebilmesi ve suçun oluşabilmesi için, dini kurallara bağlı olanların önem verdiği değerler, dini inanç ve duyguların aldatma aracı olarak kötüye kullanılması ve bu suretle gerçekleştirilen hile ile haksız bir yarar da sağlanmış olması gerektiği açıklanmıştır.” ifadeleriyle, sözkonusu nitelikli halin uygulanmasına ilişkin görüşünü ortaya koymuştur[4].
- Suçun Uygulamadaki Görünüş Biçimleri ve Yargıtay Kararları
Dolandırıcılık suçunun dini inanç ve duyguların istismar edilmesi suretiyle işlenmesi bakımından, herhangi bir dinin veya mezhebin ibadet biçimleri, ibadethaneleri, kutsal değerleri veya dini inanca ilişkin olarak mağdurun aldatılabileceği herhangi bir dini unsur kullanılarak mağdurun aldatılması sözkonusu olup, bu kapsamda pek çok farklı yol ve yöntemle karşılaşılmaktadır.
Nitekim Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 16.03.2021 tarihli, 2018/506 E. ve 2021/111 K. sayılı kararında; “Görüldüğü üzere, TCK′nın 158. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde, dolandırıcılık suçunun dini inanç ve duyguların istismar edilmesi suretiyle işlenmesi nitelikli hal olarak kabul edilirken, dinin, dini inanç ve duyguların ya da başkaları için iyilik yapma hislerinin bir aldatma aracı olarak kullanılması aranmıştır. Önemli olan, dini inanç ve duyguların kötüye kullanılması suretiyle insanların aldatılması olup aldatma aracı olarak kullanılan din veya mezhebin hangi din veya mezhep olduğunun bir önemi bulunmamaktadır. Örneğin, fitre ya da zekat verileceğinden bahisle para toplanması, gerçekte Cami yaptırma niyetinde olmayan bir kimsenin Cami yaptıracağından veya yarım kalan Camiyi bitireceğinden bahisle izinsiz olarak yardım toplaması ya da Cemevi ya da Kiliseye yardım duyurusuyla para istenmesi veya Hz. İsa’nın dünyaya dönüşünü sağlamak için altyapı oluşturmak üzere para toplanması, cenaze için Kur’an-ı Kerim okunacağı ve ardından zekat verileceğinden ya da söz konusu okumanın değerli bir ziynet eşyası üzerine yapılacağından bahisle yardım toplanması gibi durumlarda bir kısım dini inanç ve duyguların istismar edildiğinden söz edilebilecektir.
Doktrinde de gerçekte olmadığı halde Cami ya da Kur’an kursuna yardım edileceğinden bahisle para toplanması, yine dinin orijinal bünyesinde bulunmayan tarzda ve maddi menfaat temin etmek için muskacılık, üfürükçülük gibi faaliyetler sonucu kişilerden yarar elde edilmesi halinin de, bu bent kapsamına gireceği belirtilmiştir (Durmuş Tezcan/Mustafa Ruhan Erdem/R. Murat Önok, Teorik ve Pratik Ceza Hukuku, 2006, s. 573; Centel/Zafer/Çakmut, Kişilere Karşı Suçlar, Cilt I, 2007, s. 468; Ali Parlar/Muzaffer Hatipoğlu, Türk Ceza Kanunu Yorumu, Cilt 2, 2007, s. 1248; Soyaslan, Özel Hükümler, s. 349.).” ifadeleriyle, TCK m.158/1-a kapsamındaki dolandırıcılık suçuna ilişkin örnek olaylar açıklanmıştır.
Ülkemizde genellikle; falcılar, muskacılar, medyumlar, üfürükçüler, büyücü olduğunu iddia edenler, kendisini mehdi ilan edenler, seçilmiş kişi olduklarına inandıranlar gibi farklı şekillerde karşımıza çıkan ve dini istismar ederek mağdurların iradesini yanıltan kişi veya kişiler dini inanç ve duyguların istismar edilmesi suretiyle dolandırıcılık suçunun faili olarak ortaya çıkmaktadır.
Bu doğrultuda; TCK m.158/1-a kapsamına giren farklı örnek olayları içeren Yargıtay kararlarını görmek mümkündür.
Yargıtay 15. Ceza Dairesi’nin 20.06.2012 tarihli, 2011/14419 E. ve 2012/39544 K. sayılı kararında; “Somut olayda; 1947 yılında E… ilinde doğup lise mezunu olan sanık Bülent’in, geçmiş yıllarda çeşitli gazetelerde H… v… A… ismi ile Danimarka asıllı Alman fizikçi kimliği ile astronomi, astroloji, burçlarla ilgili yazılar yazdığı, bu şekilde ünlendiği, kitaplarındaki özgeçmiş bilgilerine göre İskandinav asıllı Alman bilim adamı, araştırmacı, düşünür, mucit, yazar ve gazeteci olduğuna dair özgeçmiş inşa ettiği, 1980’li yıllarda ‘A… A…’ isimli atom ve tanecik fiziği, karadelikler, ışınlanan insanlar, kafdağı cinleri, kuantum fiziği, hızır tezkireleri gibi konularda seri kitaplar yazdığı, bu kitapları ile ününün İslam Dini ile birlikte bilime ilgi duyan insanlar arasında da yayıldığı, bir televizyon kanalında canlı yayına çıkıp dini görüşlerini paylaştığı, internetin yaygınlaşması ile birlikte sanık adına açılan internet sitelerinde kendisine taraftar kazandığı ve görüşlerini yaydığı, H… v… A… ismini kullanarak yazdığı kitaplarını okuyarak etkilenen insanlarla ve az sayıda yurt dışındaki insanlar ile internet ortamında chat programları yoluyla ilişki kuran sanığın taraftarlarına Allah’ın şur’a (jüri) kurulmasını emrettiğini söylemesi üzerine, H… v… A…’ın fikirlerini özümsemiş kişiler olarak gösterilen mağdur-sanıklar Hülya, Akın, Ergün ve K. Ümit’ten oluşan şur’anın kurulduğu, Bülent’in kendisinin Hızır ile görüştüğünü, onun Hülya’nın başkan seçilmesini istediğini söylediği, bu nedenle Hülya’nın başkan olarak seçildiği, ‘J…’ isimli kendilerine iyiliklerde yardım eden, kötülüklerden koruyan 2300’lü yıllardan günümüze zaman içerisinde geriye gelmiş hayali yaratığın sanığın yardımcısı olduğunu söylediği, kendisini bazen ‘Dabbetü’l-arz’ bazen ‘Zülkarneyn’ olarak tanıtan sanığın, kendi hesaplarına daha çok para gönderilmesini sağlamak amacıyla bahaneler uydurduğu, hayali düşmanlar oluşturarak grup üyelerinin dikkatlerini istediği yönde yoğunlaştırdığı, bu cümleden olarak, sağlık sorunlarının olduğu deniz kenarında bol oksijenli bir yerde ev alması halinde iyileşeceği vurgulanarak E…-A…’da bir yazlık alındığı, yoksul öğrencilere burs verileceği, yoksul vatandaşlara yardım edileceği ileri sürülerek ve ‘J…’ isimli hayali yaratığın masraflarının ve maaş ödemesinin olduğu söylenerek ve bu hususlar zaman içerisinde tekrarlanarak takipçilerinden para talep edildiği, sanığın sanal ortamdaki takipçilerinin ekonomik güçleri oranında sanığın yakalandığı 2006 yılı Haziran ayına kadar, düzensiz olsa da sürekli olarak para gönderdikleri, gönderilen paranın 2005 Ocak - 2006 Mayıs döneminde toplamda 128.870-TL’yi bulduğu, sanık Bülent’in eşi sanık Mesude’nin ortak hesaplarına gönderilen paraları çektiği, chat ortamında sanık Bülent’in felçli olduğunu, sürekli tedaviye ihtiyacı olduğunu, dizüstü bilgisayara ihtiyaçları olduğunu yazarak sanık Bülent’in eylemlerine katıldığı, yukarıda isimleri yazılı mağdur-sanıklar haricindeki, sanıktan şikayetçi olmayan kırk ayrı mağdur yönünden, mağdurların aşamalarda değişmeyen, sanık Bülent’in bilimsel çalışmalarını ve ihtiyaç sahiplerine yardım etmesi amacıyla isteyerek para gönderdikleri, kandırılmadıkları, istediği takdirde yine göndermeye devam edecekleri yönündeki beyanları, tamamına yakınının çeşitli üniversitelerden mezun olup doktor, diş hekimi, öğretmen, memur gibi mesleklerden oldukları, soruşturma başladıktan sonra da düşüncelerinde herhangi bir değişiklik olmadığı göz önüne alınarak mahkemece aldatma öğesi bulunmadığından eylem 2860 sayılı Yardım Toplama Kanunu’na muhalefet etmek kabahati olarak değerlendirilerek gerçekleşen zamanaşımı nedeniyle idari yaptırım uygulanmasına yer olmadığı kararı verilmiş ise de, yukarıdaki anlatım ışığında, sanığın hayali bir yaratık ile işbirliği yaptığı, kendisine yapılacak yardımların Allah’a borç verme kabilinden sayılacağı, gerçekte mevcut olmayan hastalıklarının bulunduğu, yabancı istihbarat birimlerinin peşinde olduğu, kansere ilaç bulduğu gibi yalanlarla sanal ortamdaki takipçilerini etkileyip kendisine para gönderilmesini sağladığı hususları dikkate alındığında, sanıkların bahsi geçen mağdurlara yönelik eylemlerinin 5237 sayılı TCK’nın 158/1-a maddesinde düzenlenen dini inanç ve duyguların istismar edilmesi suretiyle dolandırıcılık suçunun unsurlarını oluşturacağı gözetilmeksizin yazılı şekilde sanıklar hakkında idari yaptırım uygulanmasına yer olmadığına karar verilmesi bozmayı gerektirmiş, o yer Cumhuriyet Savcısının temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebepten dolayı 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nın 321. maddesi uyarınca (BOZULMASINA), 20.06.2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi”.
Belirtmeliyiz ki; Yargıtay’ın müstakar içtihatı uyarınca, dini inanç ve duygularını istismar ederek mağduru aldatan ve bir şekilde altın veya para gibi değerli eşyalarını ortaya çıkaran failin, bu sırada yine dini inançları istismar etmeye devam etmek suretiyle sözkonusu değerli eşyayı mağdurun haberi olmadan bir şekilde ele geçirmesi halinde, hırsızlık suçunun değil, TCK m.158/1-a uyarınca dini inanç ve duyguların istismar edilmesi suretiyle dolandırıcılık suçunun oluştuğu kabul edilmektedir.
Nitekim Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 16.03.2021 tarihli, 2018/506 E. ve 2021/111 K. sayılı kararında; “Katılan ...’nün tanıklar ... ve ... ile birlikte evde bayram temizliği yaptıkları sırada kapıya gelen sanıklar ... ve ...’ın önce şeker isteyip getirilen şekerin çok olduğunu söyledikleri, sanıklardan birinin ‘Sizlere okuyacağım, bana makara getirin.’ dediği, bu sırada kendilerini içeriye davet ettirdikleri ve oturma odasına geçtikleri, makara isteyen sanığın makarayı kırdığı ve küçük parçalara ayırdığı ipliği tekrar uzamış gibi gösterdiği, katılana ‘Senin kocan kaza yapacak, muska var, onu çevireyim.’ diyerek yumurta veya domates getirmesini istediği, domatesi bir beze sarıp katılana ezdirdiği ve domatesin içerisinden bir muska çıktığına inandırdığı, bu sırada katılana altın ve para var ise getirmesini, onları okuyacağını söylediği, katılanın da yatak odasındaki bir adet yarım altın, bir çift küpe, üç adet altın, saat ve 2.560 TL parayı getirdiği, aynı sanığın altınlar ile parayı bir bohçaya sardığı ve ‘Bunları bir odaya kilitleyelim, ben dua edeceğim.’ dediği, bohçayı yatak odasına koydukları, sanıkların ‘Burasını bir saat açmayın, biz tekrar geleceğiz.’ diyerek katılan ile tanık ...’i de yanlarına alıp birlikte dışarıya çıktıkları, sanıkların geri gelmemesi üzerine bohçayı açan katılanın altın ve paraların olmadığını gördüğü şeklinde gerçekleşen olayda;
Her ne kadar Yerel Mahkemece, ‘...Sanıklar müşteki ve yanında bulunan ... isimli arkadaşını dışarıya göndererek evde yalnız kalan sanıklar odaya konulan altın ve paraları alarak evden kaçtıkları...’ şeklindeki gerekçe ile eylemin nitelikli hırsızlık suçunu oluşturduğu sonucuna ulaşılmış ise de suçun niteliğinin belirlenmesine ilişkin Yerel Mahkemece gösterilen gerekçenin dosya kapsamı ile uyumlu olmadığı, zira, katılan ile tanıklar ... ve ...’ın aşamalardaki beyanlarında sanıkların evde yalnız kaldıklarına dair herhangi bir anlatımlarının bulunmadığı gibi sanıkların katılan ve tanık ... ile birlikte evden çıktıklarının ve sonra sanıkların uzaklaştıklarının ifade edildiği, sanıkların basit bir yalanı aşan, mağduru yanıltacak ve kandıracak yoğunluk ve güçteki sözleri ile planlayıp ustaca sergiledikleri hareketlerinin hileli davranış olarak kabulü gerektiğinden, hileli davranışlarla haksız menfaatin elde edilmesi ile gerçekleşen eylemlerinin dolandırıcılık suçunu oluşturacağı kabul edilmelidir. Aldatma aracı olarak kullanılan ‘muskayı bozma, muskayı çevirmek için dua okuma’ vb. hususların dini inanç ve duygulara ilişkin olduğu, mağdurun dini inanç ve duyguları istismar edilerek irade özgürlüğü baskı altına alınmak suretiyle sanıklara altın ve para vermesinde etkili olduğu anlaşıldığından, sanık ...’ın sabit kabul edilen eylemi dinî inanç ve duyguların istismar edilmesi suretiyle dolandırıcılık suçunu oluşturmaktadır.
Bu itibarla, Yerel Mahkemenin direnme kararına konu sanık ... hakkındaki hükmünün, sanığın sabit olan eyleminin nitelikli dolandırıcılık suçunu oluşturduğu gözetilmeden, suç niteliğinin hatalı değerlendirilmesi suretiyle nitelikli hırsızlık suçundan mahkumiyetine karar verilmesi isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmelidir.” ifadeleriyle, mağdurun dini inanç ve duygularının istismar edilmesi suretiyle iradesinin fesada uğratıldığı ve değerli eşyasını faile verdiği, bu nedenle de TCK m.158/1-a kapsamında dolandırıcılık suçunun oluştuğu açıklanmıştır[5].
Dolandırıcılık suçunun unsurları bakımından TCK m.158/1-a’yı son kez ele aldığımızda;
Aldatma gücüne sahip hileli davranışlarla bir kimseyi kandırıp, almayacağı bir kararı aldıran veya yapmayacağı bir tasarrufu yaptıran, bunu yaparken herhangi bir cebir şiddet ve/veya tehdide, şantaja başvurmayan, ancak hileli hareketlerle iradesini sakatlayan, böylelikle mağdurun veya başkasının zararına olarak, kendisine veya başkasına yarar sağlayan failin dolandırıcılık suçu işlediği kabul edilecektir. Dolandırıcılık suçu teşebbüse elverişli suçlardandır. Suçun manevi unsurunun oluşabilmesi için failde dolandırıcılık kastının varlığı yeterlidir. Kanun koyucu TCK m.157’de dolandırıcılık suçunun basit halinin tanımını yaparken, m.158’de daha ağır cezayı gerektiren dolandırıcılık suçunun nitelikli hallerini tanımlamıştır. Nitelikli hallerin birinci sırasında, maalesef insanların manevi hayatlarında sıkı sıkıya bağlı oldukları, çekindikleri, uyma ve uygulama gayreti içinde oldukları dini inanç ve duyguların istismar edilmesi suretiyle dolandırıcılık suçunun işlenmesi gelmektedir. Fail, dini inancı ve duyguları bir aldatma vasıtası olarak kullanmaktadır. Failin bu dini inanca ve duygulara sahip olup olmadığına bakılmaz. Fail, mağduru etkileyecek ve kandıracak şekilde dini inanç ve duyguları araç olarak kötüye kullanması suretiyle suçun maddi unsurunu tamamlar. Suçun oluşabilmesi için, fail tarafından mağdura yönelik dini inanç ve duyguların istismarı suretiyle gerçekleştirilen, ikna etmeye elverişli hileli hareketlerle haksız yararın temini nitelikli dolandırıcılık suçunun tamamlanması için yeterli sayılır. Örneğin; bir kimseyi sahip olduğu dini inancını ve duygusunu istismar etmek suretiyle dini konularda bilgisinin yüksek olduğunu ve hocalık yaptığını söyleyen, dolayısıyla kendisi tarafından okunup üflenmiş şu iç çamaşırı veya ayakkabıları satın alıp giyindiğinde başına hiçbir kötünün gelmeyeceğini, tehlikelerden ve saldırılardan korunacağına dair ikna ederse, bu ikna dini inanç ve duyguların istismarı suretiyle olmuşsa, TCK m.158/1-a’da tanımlanan nitelikli dolandırıcılık suçu oluşur ve bu kandırmaya elverişli olmayan basit hile olarak da nitelendirilemez. Failin kandırmaya yönelik hileli hareketleri, mağdur üzerinde dini inanç ve duyguların istismarının etkisi ile değil de, gerçekten kendisine satılan ürünün bu özelliklerde olabileceği ve kendisinin de bunu başkasına daha iyi bir fiyatla satabileceğine dair bir iknayı içerirse, ya basit dolandırıcılıktan veya aldatma gücüne sahip olmayan hileli hareket olduğundan bahisle dolandırıcılık suçunun maddi unsurunun gerçekleşmediğinden bahsedilir.
Dolandırıcılık suçu gerçekten bazen çok basit gözüken hileli hareketlerle işlenebilir, hatta üçüncü kişiler dolandırılan kişiye baktıklarında bu tür bir hataya nasıl düştüğü hususunda hayret içinde kalabilirler. Bu nedenle, basiretli tacir sıfatına sahip kişilerin daha zor aldatılacağı da ve bu kişileri basit hilelerin ikna etmemesi gerektiği söylenir. Ancak uygulamada; bilişim ve iletişim sistemlerinin sağladığı kolaylıklarla öyle dolandırıcılık fiilleri icra edilebilmektedir ki, ilk bakışta basit gözüken hileli hareketler somut olayın özellikleri ve mağdurun durumu dikkate alındığında dolandırıcılık suçu için elverişli vasıta olarak kabul edilebilmektedir. Nitekim; dini inanç ve duyguları güçlü olan, ama dini kuralları pek bilmeyen, bunlardan korkan, günahlardan kurtulmak ve sevap kazanmak için, kendisini telefonla arayanlara veya ikna suretiyle anlatılanlara inanan, kendisine satılan kıyafeti giyindiğinde, suyu içtiğinde, kitabı yastığının veya yatağının altına koyduğunda tüm günahlarından kurtulacağına, cehennem yüzü görmeyeceğine inandırılan, buna karşılık para ödeyen veya bir kısım malvarlığını veren mağdurun TCK m.158/1-a kapsamında dolandırıldığı kabul edilmelidir.
Netice itibariyle; dolandırıcılık suçunun dini inanç ve duyguların istismar edilmesi suretiyle işlenmesi halinin, TCK m.158/1-a uyarınca nitelikli dolandırıcılık olarak düzenlendiğini, bu nitelikli halin oluşması için herhangi bir dinin veya mezhebin aldatma aracı olarak kullanılması gerektiğini, araç olarak kullanılan dinin hangi din olduğunun önemli olmadığını, önemli olan hususun mağdurun dini inanç ve duygularının istismar edilmesi olduğunu ifade etmek isteriz.
[1] Ersan Şen, Tamer Berk Bayraklı, Eren Polat Kutlu, Dolandırıcılık ve Güveni Kötüye Kullanma Suçları, 13.06.2023, https://sen.av.tr/tr/makale/dolandiricilik-ve-guveni-kotuye-kullanma-sucu; Ersan Şen, Enes Efe, Hurşit Berkay Çalışkan, Dolandırıcılık Suçunun Alacağın Tahsili Amacıyla İşlenmesi, 11.11.2023, https://sen.av.tr/tr/makale/dolandiricilik-sucunun-alacagin-tahsili-amaciyla-islenmesi; Ersan Şen, Tamer Berk Bayraklı, Hurşit Berkay Çalışkan, Dolandırıcılık Suçunun Bilişim Sistemlerinin, Banka veya Kredi Kurumlarının Araç Olarak Kullanılması Suretiyle İşlenmesi, 27.05.2024, https://sen.av.tr/tr/makale/dolandiricilik-sucunun-bilisim-sistemlerinin-banka-veya-kredi-kurumlarinin-arac-olarak-kullanilmasi-suretiyle-islenmesi
[2] Yargıtay 15. Ceza Dairesi’nin 19.03.2012 tarihli, 2011/11738 E. ve 2012/32041 K. sayılı kararında din; “Din, bir topluluğun sahip olduğu kutsal kitap, Peygamber ve Allah kavramını da genellikle içinde bulunduran inanç sistemi ve bu sisteme bağlı olarak yerine getirmeye çalıştığı ahlaki kurallar bütünüdür. Dini inanç, dine inanan, belirli bir dine mensup kişinin duygularıdır. Bir insanın dini inanç ve duyguları ile doğup büyüdüğü, terbiyesini aldığı ailesi, çevresi ve içinde bulunduğu toplum arasında çok sıkı bir ilişki bulunmaktadır.” şeklinde tanımlanmıştır.
[3] Nitekim Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 24.09.2013 tarihli, 2012/15-1365 E. ve 2013/381 K. sayılı kararında; “Önemli olan, dini inanç ve duyguların kötüye kullanılması suretiyle insanların aldatılması olup, aldatma aracı olarak kullanılan din veya mezhebin hangi din veya mezhep olduğunun bir önemi bulunmamaktadır”.
[4] Devrim Aydın, Hacettepe Hukuk Fakültesi Dergisi, 11 (2), Ankara, Aralık 2021, s.679.
[5] Yargıtay 2. Ceza Dairesi’nin 07.06.2022 tarihli, 2020/33186 E. ve 2022/11504 K. sayılı benzer yöndeki kararında; “Tüm dosya içeriğine göre; sanığın, yolda yürümekte olan mağdurun eşini, mağdur ...’ü tanıdığından ve mevlidine çağırmak istediğinden bahisle kandırdığı, yanında anneannesi olarak tanıttığı tanık ... ile mağdurun evine gittiği, çay içip sohbet ettikten sonra mağdurun bileziğini okuma bahanesi ile alarak bir kaba koyduğu ve bir şeyler mırıldandığı, sanığın evden çıkmasından sonra suça konu bileziğin evde olmadığının fark edildiği somut olayda; sanığın hileli söz ve davranışlarla dini duygularını istismar ettiği mağdurdan haksız menfaat sağladığı anlaşılmakla, eyleminin niteliği itibariyle 5237 sayılı TCK’nın 158/1-a. maddesine göre dolandırıcılık” suçunu oluşturduğu gözetilmeden suç vasfında yanılgı sonucu aynı Kanun′un 142/1-b maddesi gereğince yazılı şekilde cezalandırılmasına karar verilmesi” bozma sebebi yapılmıştır.