Ersan Şen Hukuk ve Danışmanlık - Gözaltı

Prof. Dr. Ersan Şen

Gözaltı
07.12.2015 / Prof. Dr. Ersan Şen

Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) m.91’de düzenlenen ve CMK m.90’a göre yapılan yakalama sonrasında cumhuriyet savcısının kararı ile kişinin geçici süre hürriyetinden mahrum bırakılmasına “gözaltı” denilmektedir. 90. madde incelendiğinde; yakalamanın suçüstü halleri ile sınırlı tutulduğu, kolluk tarafından gerekli tedbirler alındıktan sonra yakalanan kişiye yasal haklarının bildirilmesinin öngörüldüğü ve suçüstü hali ile sınırlı yakalama sonrasında kolluğun cumhuriyet savcısına bilgi verip emri doğrultusunda işlem yapmasının düzenlendiği görülmektedir. 91. maddede düzenlenen gözaltı tedbiri ise, 90. madde uyarınca yakalananlar hakkında tatbik edilebilecektir.6 Mart 2014 tarihinde yürürlüğe giren 6526 sayılı Kanunun 6. maddesi ile değişik CMK m.91/2’ye göre, “Gözaltına alma, bu tedbirin soruşturma yönünden zorunlu olmasına ve kişinin bir suçu işlediği şüphesini gösteren somut delillerin varlığına bağlıdır”. Şu an için gözaltı tedbiri yetkisi cumhuriyet savcısına bırakılmıştır. Kamuoyunda “İç Güvenlik Paketi” adı bilinen yasa çalışmasında, gözaltı tedbirini uygulama yetkisinin istisnai olarak kolluk amirine de verilmesi amaçlanmaktadır. Cumhuriyet savcısının yanında, önleyici veya adli kolluk sıfatıyla kolluk amirine bireyi gözaltına alma yetkisinin tanınmasının ne getireceğini, bu yetkinin kötüye kullanılıp kullanılmayacağını ve sonuçlarını bu yazıda tartışmayacağız. Konumuza dönecek olursak; bir veya iki şüphelinin işlediği iddia edilen suçlarla gözaltı süresi, yakalama yerine en yakın hakim veya mahkemeye gönderilmesi için zorunlu süre hariç, yakalama anından itibaren 24 saati geçemez ve yol süresi de 12 saatten fazla olamaz. Belirtmeliyiz ki, burada öngörülen yol süresi yakalanan kişinin yakalama yerine en yakın hakim veya mahkeme önüne çıkarılması zorunluluğunu öngörmez. Ancak 90. maddede tanımlanan yakalama suçüstü hallerini kapsadığından, doğal olarak yakalanan kişinin en yakın hakim veya mahkemeye götürülmesi gerekir.Yazıda ana tartışma konumuz da bu husus olacaktır.

Toplu olarak işlendiği, yani en az üç kişinin “şüpheli” sıfatıyla karıştığı suçlarda gözaltı süresi dört gün olabilmektedir ki, kanun koyucu toplu suçlar yönünden ayrı bir yol süresi tayin etmemiştir. Bu sebeple, azami dört günlük sürenin sonunda işlendiği iddia olunan toplu suçtan dolayı şüphelinin hakim önüne çıkarılması gerekir. Aksi halde, CMK m.91’e aykırı hareket edilmiş olur. 91. maddede yer alan 24 saatlik ve dört günlük süreler gözaltının azami süreleri olup, cumhuriyet savcısı tarafından adli kontrol veya tutuklama tedbirinin uygulanması talebi ile sulh ceza hakimliğine sevk edilen şüphelilerin sorgu süresini kapsamaz. Şüpheli serbest bırakılmayacaksa, gözaltı süresinden hemen sonra hakimliğe sevk edilmelidir. Azami gözaltı süreleri yalnızca savcılık aşaması ile ilgili olup, sulh ceza hakimliğine sevk ve sorgu sırasında geçecek süreyi kapsamaz. Hakim, savcılıktan serbest bırakılmayıp sorgu için sevk edilen şüphelinin savunmasını almak suretiyle adli kontrol veya tutuklama tedbirini uygulayıp uygulamayacağına karar vermelidir. Bu noktada hakim, koruma tedbiri kararı versin veya vermesin incelemeyi dosya üzerinden yapamaz. “Toplu suç” kavramına, örgütlü suçlar bakımından nasıl yaklaşılması gerektiği tespit edilmelidir. Kanaatimizce, ayrı yakalanıp gözaltına alınan örgüt yöneticisi, üyesi, örgüte yardım eden veya örgüt adına suç işleyen yönünden de “toplu suç” uygulaması yapılmalıdır. Kanun koyucu, CMK m.90’da öngörülen sebepler dışında yakalama tedbirini “Yakalama emri ve nedenleri” başlığı ile CMK m.98’de düzenlenmiştir. Bu maddenin birinci fıkrasına göre, “Soruşturma evresinde çağrı üzerine gelmeyen veya çağrı yapılamayan şüpheli hakkında, cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hakimi tarafından yakalama emri düzenlenebilir. Ayrıca, tutuklama isteminin reddi kararına itiraz halinde, itiraz mercii tarafından da yakalama emri düzenlenebilir”. Bu hükme göre verilen yakalama emri üzerine yakalanan şüpheli hakkında ise, “Yakalanan kişinin mahkemeye götürülmesi” başlıklı CMK m.94 uygulanacaktır.

CMK m.94’e göre, “Hakim veya mahkeme tarafından verilen yakalama emri üzerine soruşturma veya kovuşturma evresinde yakalanan kişi, en geç yirmi dört saat içinde yetkili hakim veya mahkeme önüne çıkarılır.Yakalanan kişi, en geç yirmi dört saat içinde yetkili hakim veya mahkeme önüne çıkarılamıyorsa, aynı süre içinde yakalandığı yer adliyesinde, mevcut değil ise en yakın adliyede kurulu sesli ve görüntülü iletişim sisteminin kullanılması suretiyle yetkili hakim veya mahkeme tarafından bu kişinin sorgusu yapılır veya ifadesi alınır”. CMK m.90 ve 91 ile 94 ve 98’i birbirine karıştırılmamalıdır. İlkinde, suçüstü yakalanan kişinin gözaltına alınması ve ikincisinde, soruşturma evresinde çağrı üzerine gelmeyen veya çağrı yapılamayan şüphelinin cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hakimin düzenleyeceği yakalama emri ile yakalanıp hakim veya mahkeme önüne çıkarılması düzenlenmiştir. Tartışma konumuz; suç veya terör örgütü kuruculuğu, yöneticiliği veya üyeliği ile suçlanıp da örgüt faaliyeti kapsamında amaç suç işlediğine dair suçüstü hali olmayan şüpheli hakkında, CMK m.90 ve 91’in mi, yoksa 94 ve 98’in mi uygulanacağıdır. Bir görüşe göre; cumhuriyet savcısı tarafından, bağımsız bir suç tipi olan ve suç veya terör örgütü iddiası ile başlatılan soruşturmada suçüstü hali kapsamına giren örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen bir suç veya amaç suç bulunmadığı, ortada yalnızca örgüt suçlamasının veya bu yapı tarafından geçmişte işlenen suçlar olduğu durumda, suç/terör örgütü suçlamasının neticesi devam eden, yani mütemadi suç olduğundan bahisle temadinin kesildiği, yani şüphelinin yakalandığı anda suç işlendiği kabul edildiğinde CMK m.90 ve 91 uygulanmalıdır. Aksi görüşe göre, sırf “temadi” ölçütünden hareketle suçüstü halinin varlığı kabul edilemeyeceğinden ve “suç/terör örgütü” kavramında suçüstü için m.90/1’de iki bent olarak aranan suça konu eylem olmadığından bahisle CMK m.94, 98, 145 ve 146’nın uygulanması gerektiği kabul edilmelidir.

Suç/terör örgütü kuruculuğu, yöneticiliği, üyeliği veya örgüte yardım etme iddialarında, bu suçların neticesi devam eden suçlardan olup suçüstü haline konu olması sebebiyle, bugüne kadar CMK m.90 ve 91’in tatbikine dair birçok örnek gördük. Hatta CMK m.91/1 uyarınca, cumhuriyet savcısı tarafından peşin gözaltı kararının verilmesinin mümkün olmadığı, yani önce suçüstü haline bağlı yakalama yapılıp sonrasında gözaltı tedbirinin tatbikinin gündeme gelmesi zorunlu olduğu halde, peşin gözaltı kararları verildi. Bu usul CMK m.91/1’e açıkça aykırıdır. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik kısıtlamaların çok sınırlı veya yasal dayanağa bağlı yapılması gerekir. Aksi durumda, Anayasa m.13 ve 19’un ihlali kaçınılmaz hale gelir. Suç/terör örgütüne yardım iddiasında netice devamlılığı şart değildir. Bu sebeple, suç/terör örgütüne yardım iddiasıyla CMK m.90 ve 91’in tatbiki mümkün değildir. Örgüte yardım varsa, ya bu CMK m.90/1’in iki bendine göre gerçekleşir ve m.91 uygulanır veya geçmişte işlendiği iddia edilmekte ise, şüpheli hakkında CMK m.94, 98, 145 ve 146’nın tatbiki gündeme gelir. Suç örgütü kuruculuğu, yöneticiliği ve üyeliği iddialarında neticesi devam eden suçun varlığından söz edilir. Ancak ortada örgütün faaliyeti kapsamında işlenen bir suç veya amaç suç yoksa, sırf örgüte bağlı suçun CMK m.90/1’e göre değerlendirilmemesi gerekir. CMK m.90/1’de yakalama tedbiri için, kişiye suç işlerken rastlanması veya suçüstü bir fiilden dolayı izlenen kişinin kaçma olasılığının bulunması veya hemen kimliğini belirleme olanağının bulunmaması aranmaktadır. Suç/terör örgütünün faaliyetleri kapsamında işlenen suçlar ile amaç suçunun işlenmesi ile ilgili suçüstü hali ise, elbette CMK m.90/1’e uygunluk taşır. Örgütlü suçların takip ve tespitinde yaşanan güçlüğü, suç/terör örgütü kurmanın bağımsız bir suç tipi olduğunu, suçun neticesinin devam etmesi sebebiyle de her an suçüstüne, dolayısıyla da yakalama ve gözaltı alma tedbirlerine konu edilebileceği savunulabilir.

Türk Hukuku’nda uygulama da bu yönde gelişmiş ve devam etmektedir. Bu tür bir yaklaşımın CMK m.90 ile 91’e uygun düşmeyeceğini ifade etmek isteriz. Suç/terör örgütüsuç tipinin özelliği olan,temadinin kesilme anına kadar neticenin devam edeceğinden bahisle suçüstünün varlığını kabul etmek, esas itibariyle CMK m.90/1’in aradığı şartlarla uyumlu değildir. Örgütlü suçlarda bu uyum, ancak örgütün faaliyetleri veya amacı kapsamında işlenen suçlar bakımından gündeme gelebilir. Örgütün işlediği yağma, insan öldürme, insan kaçırma, ihaleye fesat karıştırma, casusluk, işkence ve eziyetgibi suçlarla ilgili “suçüstü” olabilir ki, elbette bu durumda CMK m.90 ve 91 uygulama alanı bulacaktır. Bunun dışında, yalnızca suç/terör örgütü kuruculuğu, yöneticiliği veya üyeliği ile suçlanıp da suçüstü yakalanmayan, gerek bu suçlardan ve gerekse geçmişte işlediği amaç suçlardan dolayı soruşturma evresinde çağrı üzerine gelmeyen veya kendisine çağrı yapılamayan şüpheli hakkında CMK m.98/1 uyarınca yakalama emri çıkarılabilir. Bu noktada bir boşluk olduğu, suçüstü hali kapsamına girmeyen, ağır nitelik taşıyan suçlar ile çıkar amaçlı suç örgütleri ve terör örgütleri mensupları adalet önüne çıkarılmak amacıyla “çağrı” yönteminin değil, işin doğası gereği yakalama ve gözaltına alma tedbirlerinin uygulanması gerektiği, aksinin kabulün işin gereği ve ciddiyeti ile bağdaşmayacağı ileri sürülebilir.

Kanaatimizce, bu konuda ifrada gitmeden CMK m.90’a bir hüküm eklenerek, katalog sistemi veya suç için öngörülen cezanın ağırlığına göre kolluk amirinin veya cumhuriyet savcısının emri ile yakalama yapılabileceği öngörülebilir. Bununla birlikte, savcılık makamı tarafından doğrudan veya kolluk vasıtasıyla yapılacak davet üzerine geleceği anlaşılan, ikametgahı bilinen, kaçma ihtimali olduğuna dair hakkında makul şüpheyi gösteren emare veya deliller bulunmayan şüphelinin,sırf örgüt suçundan dolayı yakalanıp gözaltına alınması CMK m.90 ve 91’e uygun düşmeyecektir.Örgütlü suçların özelliği, mensuplar arasında bulunan hiyerarşik yapı, emir-komuta zinciri, delilleri karartma, örgüt mensuplarının birbirlerini yönlendirme, amaç suçların üstünü örtme ve adaletten kaçma ihtimallerinin yoğun olması, bu konuda yapılacak plan ve programların uygulamaya koyulmasına izin verilmemesi amacıyla “projeli çalışma” sitemine bağlı olarak suç örgütlerine yönelik teknik takip, yakalama, gözaltına alma, arama ve elkoyma gibi koruma tedbirlerinin uygulanması gerektiği, aksi halde örgütlü suçluluğun önlenemeyeceği düşünülebilir. Bu düşünceye katılmak ve özel usul hükümlerini kabul etmek mümkün olabilir. Ancak uygulama, önce suç/terör örgütü kavramına bakışını netleştirmeli, iştirak halinde işlenen suçları hemen örgüt kapsamında ele almamalı, bu tip suçları sırf kişi hak ve hürriyetlerini kısıtlamak için kullanmamalı, ortada işlenen veya en azından teşebbüs edilemeden amaç suç olmaksızın suç/terör örgütü varlığından bahisle özel müdahale tekniklerine başvuramamalıdır. Maalesef özel yetkili savcılar ile ağır ceza mahkemelerinden,ceza yargılaması ve özellikle örgüt suçları ile ilgili iyi örneklerin kalmadığını ve hatalı uygulamaların teamüle dönüştüğünü görmekteyiz. Suç/terör örgütü iddiasına bağlı yakalama ve gözaltılar, peşin gözaltılar, yasal şartları oluşmadığı halde yapılan aramalar ve teknik takipler sırasında gündeme gelen hukuka aykırılıklara zamanında müdahale edilmeyip meşruiyet kazandırıldığından, şimdi eleştirilen benzer uygulamalarla ilgili tartışmaların deyim yerinde ise cılız ve etkisiz kaldığını söylemek mümkündür.

Geçmişte, suç örgütü kapsamında başlayıp birkaç yıldır devam eden bir soruşturmayı sürekli takip eden, avukatları ile takip ettiren, bulunduğu yer ve adresi bilinen, yeri ve adresini sürekli bildiren, suçlamalar ile ilgili savunma yapmaya hazır olduğunu verdiği dilekçelerle soruşturma makamına bildiren şüpheliler, aradan geçen uzun süreye rağmen çağrılmaksızın ve kaçak oldukları da bilinmediği halde suç örgütü iddiası suçüstü kabul edilerek yakalanıp gözaltına alınmışlardı. “Ben ne zaman istersem, o zaman düğmeye basarım, suçüstüne ihtiyacım yok, soruşturma devam ettikçe de suç örgütü hayatını sürdürür, yakalama ile de kesilir.” anlayışı doğru değildir. Bu tür uygulamaları, hukuka ve mevzuata uygun bulmak mümkün değildir. Bu durumda, ya Anayasa m.13, 19 ve İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi m.5’e uygun düşecek şekilde yasal değişikliğe gidilmeli ya da CMK m.90, 91, 94 ve 98 kişi hürriyeti ve güvenliği hakkını koruyacak şekilde uygulanmalıdır. Türk Hukuku’nda yetkisizlik esas, yetkili olmak istisnaidir. Yetki,Anayasa ve bağlayıcı uluslararası sözleşmelere uygun çıkarılan kanunla tanımlanmalıdır. Ayrıca, kanunda tanımlanan görevden kaynaklanan yetkinin de keyfi kullanılmaması gerekir.