Ersan Şen Hukuk ve Danışmanlık - Ceza Muhakemesinde İddianame

Prof. Dr. Ersan Şen

Alperen Gözükan

Ceza Muhakemesinde İddianame
09.09.2022 / Prof. Dr. Ersan Şen, Stj. Av. Alperen Gözükan

Başlarken tarihten bir not;

Tarihte bilinen iddianamelerden birisi, Maximilien Robespierre’nin 1793 yılında Fransa Kralı 16. Louis’ye karşı Konvansiyon önünde okuduğu suçlama belgesidir. Robespierre, Kralın idamını kamu yararına bir önlem ve ulusal yazgının bir gereği ve özgürlük girişimi olarak nitelediğinden, okuduğu iddianameye göre yargılanmasını ve avukatlar tarafından savunulmasını istemedi. Ona göre Kral bir an evvel giyotinle idam edilmeli idi. Fransa’nın ve Fransız Milletinin iyiliği için, bu zor yol tercih edilmeli idi. Sonuçta Robespierre’nin istediği oldu ve Kral, kendisini suçlayan iddianameye karşı yargılanmadan ve savunmasını yapamadan öldürüldü. Bir anlamda iddianame Kralın idam hükmü/idam fermanı oldu. Ne var ki; Fransa’nın ve Fransız Milletinin iyiliği için bunu isteyen Robespierre de bir sene sonra aynı akıbete uğramaktan, kendisini savunamadan ve yargılanmadan giyotinle idam edilmekten kurtulamadı. Her iki yöntem ve akıbet de yanlıştı.

Herkesin, adil/dürüst yargılanma hakkı kapsamında savunmaya ve savunulmaya hakkı vardır. İtham sisteminde; suçlayanın iddianamesine karşı, suçlananın savunması gündeme gelir ki, bu tez ile antitezin yaşayacağı bir çatışmadır. Maddi hakikate ve adalete de ancak bu yolla ulaşılabilir. İddia eden iddiasını hukuka uygun yol ve yöntemlerle elde edilmiş somut delillerle kanıtlamak zorundadır. İddia edenin suçlayıcı beyanı kesin kanıt ve hüküm niteliğinde kabul edilemez.

Bu çalışmamızda;

Ceza Muhakemesi sürecinde kovuşturma aşamasının yol haritası olan iddianamenin ne olduğu, nasıl düzenlenmesi gerektiği açıklanarak, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 24.03.2022 tarihli, 2019/14-257 E. ve 2022/208 K. sayılı kararı değerlendirilecektir.

1. İddianame nedir?

Şikayet, ihbar üzerine veya re’sen harekete geçerek soruşturmayı yürüten Cumhuriyet savcısı, tüm delilleri topladıktan sonra, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 170. maddesi uyarınca, suçun işlendiğine dair yeterli şüpheye ulaştığında iddianame düzenleyerek, kamu davasının açılması bakımından görevini yerine getirmelidir. İddianamenin mahkeme tarafından kabul edilmesi ile kovuşturma aşaması başlayacaktır.

Kovuşturma aşamasına geçilmesiyle birlikte, mahkeme huzurunda ortaya koyulan iddia ve delillere karşı sanığın, yargılamaya konu fiili işlemediğine dair savunma yapması gerekmektedir. Bu savunmasında esas alacağı hususlar, iddianamede belirtilen fiiller ve delillerdir. Bu bakımdan iddianame, “suçlama/itham belgesi” olarak da tanımlanabilir[1].

Hukuk devleti, eylem ve işlemlerinin öngörülebilir ve belirli olduğu devlet olarak tanımlandığında, kişinin “ne” ile suçlandığını bilmesi hukuk devleti olmanın zorunlu bir unsurudur. Bu sebeple, suçlama belgesi olan iddianamenin, suç isnad edilen kişinin metinde ne anlatıldığı konusunda tereddüt edemeyeceği şekilde anlatım ve açıklığa sahip olması ve elde edilen delillerin iddianameye konu fiiller ile bağlantısı kurulması gerekir. Bu sayede, sanık sorgusunda veya yapacağı savunmada bir sürprizle karşılaşmamalıdır.

İddianamenin kabul edilmesi ile birlikte mahkeme, iddianamede unsurları gösterilen suça ilişkin fiil ve faille bağlı olarak yargılama yürütecektir. Ancak iddianamede gösterilen suçun hukuki tavsifle bağlı değildir. Suçun nitelendirilmesinin yargılama aşamasında değişmesi durumunda CMK m.226 gereğince, sanığın ek savunması alınarak yargılamaya devam edilecektir.

Ceza Muhakemesi Hukukunda, savunma, iddia ve yargılama süjelerinin konumlarına göre üç temel sistem olduğu belirtilmektedir: Tahkik sistemi, itham sistemi ve karma sistem.

Tahkik sistemine göre, ceza soruşturmasını başlatmak ve yürütmek kamu gücünün yetkisindedir. İddia ve yargılama faaliyetlerini hakim yürütür. Hakim kendiliğinden maddi hakikati araştırır ve hüküm verir. Yargılamada, “yazılılık” ve “gizlilik” ilkeleri geçerlidir. İtham sisteminde, Ceza Muhakemesi mekanizması tarafın harekete geçmesiyle başlar. Hakim; hakem konumunda olup, re’sen araştırma yapamaz. Tarafların talepleri doğrultusunda hareket alanı bulabilir. Yargılamada; “çelişme”, “sözlülük” ve “açıklık” ilkeleri geçerlidir. Karma sistemde ise, sanık hakları ön planda olup, iddia ve yargı kesin olarak birbirinden ayrılmıştır. Maddi hakikat kollektif şekilde araştırılır. Hakim delilleri serbestçe değerlendirir[2].

Her ne kadar mevcut Ceza Muhakemesi sistemimizin karma sistem olduğu ileri sürülse de, kanaatimizce; uygulamada Cumhuriyet savcılarının sanığı suçladığı, itham makamı olarak hareket ettiği, mahkemenin “re’sen araştırma” ilkesi doğrultusunda delil toplayamadığı gözetildiğinde, mevcut Ceza Muhakemesi sistemimizde itham sisteminin geçerli olduğu kabul edilmelidir. Bu durumda; sanığın düzenlenen iddianameyi okuduğunda ne ile suçlandığını bilmesi, anlaması, savunmasını bu doğrultuda hazırlaması önem taşımaktadır.

İddianame ne değildir? İddianame; genel ve soyut anlatımların bulunduğu, oldu bittilerin yer aldığı, olay anlatımının yapılıp hangi fiillerin 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda yer alan hangi suça karşılık geldiği anlatımının yapılmadığı, deliller toplanmadan hazırlanan bir metin değildir, olmamalıdır.

2. İddianame nasıl düzenlenmelidir?

CMK m.170’e göre iddianamede; şüphelinin kimliği, müdafii, maktul, mağdur veya suçtan zarar görenin kimliği, mağdurun veya suçtan zarar görenin vekili veya kanuni temsilcisi, açıklanmasında sakınca bulunmaması halinde ihbarda bulunan kişinin kimliği, şikayette bulunan kişinin kimliği, şikayetin yapıldığı tarih, yüklenen suç ve uygulanması gereken kanun maddeleri, yüklenen suçun işlendiği yer, tarih ve zaman dilimi, suçun delilleri, şüphelinin tutuklu olup olmadığı, tutuklanmış ise, gözaltına alma ve tutuklama tarihleri ile bunların süreleri yer almalıdır.

Bu şekli şartların yanında; iddianamede sanık bakımından önemli ve esasa ilişkin unsur olarak, yüklenen suçu oluşturan olaylar, mevcut delillerle ilişkilendirilerek açıklanır. Bu suretle, hakkında iddianame düzenlenen kişi, hangi fiili sebebiyle yargılanacağını ve bu fiillerin hukuki karşılığının ne olduğunu anlar, savunmasını bu metin üzerinden kurgular.

Yüklenen suçu oluşturan olaylar ve suçun delilleri ile ilgisi bulunmayan bilgilere ise iddianamede yer verilmeyerek, sanığın belirli ve anlaşılabilir şekilde aydınlatılması, bilgilendirilmesi sağlanır, oluşması muhtemel olan belirsizlikler ve karmaşıklıklar giderilir.

Cumhuriyet savcısı elde ettiği delillerin soruşturma konusu olayla bağlantısını tek tek kurmalı, soyut ve genel ifadelerle değil, detaylı şekilde açıklayarak iddianameyi düzenlemelidir. Savcı, lehe ve aleyhe hususları ortaya çıkarmalı, ulaştığı sonuçları gerekçeli şekilde açıklamalıdır. Bu suretle, Cumhuriyet savcısı etkin bir soruşturma yürüterek kamu davasının açılmasını sağlayacak hazırlıkları bitirecek, mahkeme de mümkünse bir celsede, değilse ardışık birkaç celsede yargılamayı tamamlamaya gayret edecektir[3]. Adaletin geç geleni makbul değildir.

İddianamenin sonuç kısmında; işlenen suç dolayısıyla ilgili yasada öngörülen ceza ve güvenlik tedbirlerinden hangilerine hükmedilmesinin istenildiği, suçun tüzel kişinin faaliyeti çerçevesinde işlenmesi halinde, ilgili tüzel kişi hakkında uygulanabilecek güvenlik tedbiri açıkça belirtilir.

Suçlama belgesi olan ve itham sisteminde kamu davasının açılmasının şartı sayılan iddianame; yer verdiği fiil ve failler yönünden anlaşılabilir, birden fazla şüpheli hakkında hazırlanmışsa bireyselleştirilmiş, iddia ile delil arasında irtibat kurulmuş şekilde kaleme alınmalıdır.

İddianamede, hangi eylemin hangi delille suç vasfı kazandığı ve hukuki niteliğinin ne olduğu ortaya koyulmalıdır. İddianame, iddiaya ilişkin delilin hangi şüpheli ile bağlantısının kurulduğunun veya hangi suçun delili olduğunun tespitine elverişli olmalıdır. İspata ilişkin bu gereklilik, savunma hakkının korunması adına zorunluluk arz eder. Eylem ile suç isnadı arasında fiili bağ kurulamadığı müddetçe, yani objektif isnadiyetin koşulları var olmadığı sürece, ispatlanamamış iddialar üzerinden sübjektif kanaatle hukuki nitelendirme yapılamaz.

İddianamenin yukarıda belirttiğimiz özelliklere sahip olmaması durumunda, CMK m.174 gereğince iadesine karar verilir. Çünkü usulüne uygun olarak düzenlenmeyen iddianame, eksiklikleri kovuşturma aşamasında giderileceğinde bahisle kabul edilemez. Mahkeme, yargılamanın tarafı veya Cumhuriyet savcısı değildir. Mülga CMUK m.237/3’de öngörülen mahkemenin “re’sen delil araştırma” ilkesi de, bu maddenin karşılığı olarak düzenlenen CMK m.206 ve m.207’de yer almamaktadır. Mahkeme; dosyaya sunulmamış delilleri bir taraf gibi toplayamaz, iddianameyi kabul ettikten sonra, yargılama konusu yapılan fiili veya faili genişletmek suretiyle görev ve yetki sınırlarını aşamaz. Bu sebeplerle; iddianame şüpheli bakımından açık, anlaşılır olmalı, iddianame kabul edildiğinde sanık sıfatını alacak olan şüphelinin mahkemede nelerle karşılaşacağını öngörebilmesi gerekmektedir ki, bu da tüm delillerin toplandığı, detaylı ve açık anlatımların yapıldığı, fiil ile suç düzenlemeleri arasındaki bağın kurulduğu bir iddianame ile mümkündür.

3. Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 24.03.2022 tarihli, 2019/14-257 E. ve 2022/208 K. sayılı kararı.

Karara konu olayda; sanık F.K.’nın mağdur E.C.’ye karşı gerçekleştirdiği iddia edilen fiil sebebi ile, Kayseri Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 14.02.2017 tarih ve 2017/156 sayılı iddianame düzenlenmiştir. Sözkonusu iddianamede; “Suç tarihinde, yukarıda açık kimliği yazılı olan şüpheli F.K.’nın, mağdure E.C’yi takip ederek mağdurenin peşinden ikamet etmekte olduğu (…) sayılı adrese gittiği, mağdurenin kapı ziline basması üzerine müşteki tarafından dış kapının açıldığı, şüpheli ve mağdurenin birlikte asansör önünde beklemeye başladıkları, asansör kapısının açılması üzerine asansöre bindikleri, mağdurenin 9. kata basarak şüpheliye hangi kata gideceğini sorduğu, şüphelinin ise 12. kata çıkacağını söylediği, asansörün 9. kata doğru hareket ettiği bir sırada şüphelinin eliyle mağdurenin ağzını kapatmaya çalıştığı, mağdurenin bağırması üzerine asansör çıkışında mağdurenin annesi tarafından yakalandığı, bu suretle şüphelinin üzerine atılı müsnet suçu işlediği anlaşıldığından” şeklinde olay anlatımı yapılmıştır.

Kayseri 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 08.09.2017 tarihli ve 2017/113 E. ve 2017/338 K. sayılı kararıyla cinsel istismar suçu bakımından verilen mahkumiyet kararı, Yargıtay 14. Ceza Dairesi’nin 03.04.2019 tarihli, 2018/9869 E. ve 2019/8752  K. sayılı kararında; “(…) iddianamede suç adı ve sevk maddesi gösterilmiş ise de olayların anlatıldığı kısımda sanık hakkında cinsel eylemden bahsedilmemesi nedeniyle usulüne uygun şekilde açılmış dava bulunmadığı gözetilmeden, ilk derece mahkemesince kurulan hükme yönelik istinaf başvurusunun bu nedenle kabulü gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması suretiyle 5271 Sayılı CMK’nın Kanunun 289/1-g. maddesine muhalefet edilmesi” gerekçesiyle bozulmuştur.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 16.05.2019 tarih ve 86508 sayılı itirazında; “(…) anlatım içinde suçun isminden açıkça bahsedilmese de iddianame başlığında ‘Çocuğun Cinsel İstismarı’ olarak gösterilerek yargılamaya konu olacak suçun adı yazılmış ve son olarak da sevk maddesi olarak TCK’nın 103/1 maddesi yine iddianame başlığında gösterilmiştir. İddianame anlatım kısmında olay yukarıda alıntılandığı gibi anlatılarak sanığın ‘müsnet suçu’ işlediği iddia edilmiştir.

İddianame anlatımında her ne kadar açıkça cinsel istismardan bahsedilmese de, iddianame bir bütün olarak değerlendirildiğinde, yargılamaya konu fiilin ne olduğu ile sanığın işlediği iddia olunan, yani iddianame anlatımında açıklanan olayı ifade eden ‘müsnet suç’ ibaresinin iddianame başlığında yazılı ‘çocuğun cinsel istismarı’ suçunu işaret ettiğinin tereddüte yer vermeyecek şekilde anlaşılabildiği, nitekim hem ilk derece mahkemesi, hem de Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin uygulamalarını çocuğun cinsel istismarı suçuna yönelik olarak yaptıkları, böylece sanık hakkında mağdur E.C.’ye yönelik eylemi nedeniyle açılan kamu davasının usulüne uygun açılmış olduğu” açıklamalarına yer vermiştir.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu yaptığı değerlendirmede, mağdure E.C.’nin kovuşturma aşamasında; “Kat düğmelerine bastığını, ardından sanığın yere çömeldiğini, 8-9. katta sanığın ayağa kalktığını, arka cebini tuttuğunu, eliyle ağzını kapattığını, çelişki sebebiyle sorulması üzerine; sanığın, arka cebini tuttuğunu, 1-2 saniye sürdüğünü, sonra ağzını kapattığını, üzerinde montunun olduğunu” beyan ettiğine değinerek, “Soruşturma aşamasında elde ettiği delillerden ulaştığı sonuca göre iddianameyi hazırlamakla görevli iddia makamı, düzenlenen iddianame ile CMK’nın 225/1. maddesi uyarınca kovuşturma aşamasının sınırlarını belirlemektedir. Bu bakımdan iddianamede, yüklenen suçun unsurlarını oluşturan fiil/fiillerin nelerden ibaret olduğunun hiçbir tereddüde yer bırakmayacak biçimde açıklanması zorunludur. İddianamede açıklanan ve suç oluşturduğu iddia olunan eylemin dışına çıkılması, dolayısıyla davaya konu edilmeyen fiil veya olaydan dolayı yargılama yapılması ve açılmayan davadan hüküm kurulması kanuna açıkça aykırılık oluşturacaktır.

Yargıtay Ceza Genel Kurulunun duraksamaya yer vermeyen kararlarına göre, bir olayın açıklanması sırasında bir başka olaydan söz edilmesi, o olay hakkında dava açıldığını göstermez. İddianamede dava konusu yapılan fiilin bir başka olaya dayalı olmadan, bağımsız olarak açıklanması gerekir. Böylelikle sanık; iddianameden üzerine atılı suçun ne olduğunu hiçbir şüpheye yer vermeyecek şekilde anlamalı, buna göre savunmasını yapabilmeli ve delillerini sunabilmelidir. Öğretide ‘davasız yargılama olmaz’ ve ‘yargılamanın sınırlılığı’ olarak ifade edilen bu ilke uyarınca hakim, ancak hakkında dava açılmış bir fiil ve kişi ile ilgili yargılama yapabilecek ve önüne getirilen somut uyuşmazlığı hukuki çözüme kavuşturacaktır.

Kayseri Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen iddianamenin başlığında, suç tarihinin 09.02.2017 olarak belirtildiği, suç kısmına ‘Çocuğun cinsel istismarı’ yazıldığı, sevk maddesi kısmında ‘TCK’nın 103/1’ ibaresine yer verildiği, (...) 02.12.2016 tarihinde yürürlüğe giren 6763 Sayılı Kanun’un 13. maddesiyle değişik TCK’nın 103. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen çocuğun basit cinsel istismarı veya sarkıntılık suretiyle çocuğun basit cinsel istismarı suçlarına ilişkin bir değerlendirme yapılmadığı, (…) Her ne kadar iddianamede suçun adı ve sevk maddesi yazılı olsa da sanığın cinsel eyleminin ne olduğuna ilişkin iddianamede açık bir anlatımda bulunulmadığı ve yüklenen suçu oluşturan olayların mevcut delillerle ilişkilendirilerek açıklanmadığı, sanığın eyleminin somut olayın özelliklerine göre çocuğun basit cinsel istismarı suçunun ya da sarkıntılık suretiyle çocuğun basit cinsel istismarı suçunun oluşumuna sebebiyet verebilmesinin mümkün olduğu hususları bir bütün olarak dikkate alındığında sanık hakkında TCK’nın 103/1. maddesi uyarınca usulünce açılmış bir kamu davasının bulunmadığının kabulü gerekmektedir.” sonucuna oyçokluğu ile ulaşmıştır.

Kurul kararına katılmayan Ceza Genel Kurulu üyesi M. Esen’e göre; “(…) Olayda cinsel saldırı dışında başka suç bulunmadığından dava açılıp açılmadığı konusunda tereddüde ve karışıklığa yol açacak bir durumda yoktur”.

Yine karara katılmayan Ceza Genel Kurulu üyeleri M. Çorumlu ve M. Yavuz’a göre; “Cumhuriyet Savcısı tarafından sanığın mağdurenin ağzını kapatması biçimindeki eylemi çocuğun cinsel istismarı olarak nitelendirilmiş, nitekim ilk derece mahkemesi ve Bölge Adliye Mahkemesi de bu nitelemeyi kabul etmiştir. İddianame anlatımında her ne kadar açıkça cinsel saikten bahsedilmese de, iddianame bir bütün olarak değerlendirildiğinde, yargılamaya konu fiilin ne olduğu, sanığın işlediği iddia olunan, yani iddianame anlatımında açıklanan olayı ifade eden ‘müsnet suç’ ibaresinin iddianame başlığında yazılı ‘çocuğun cinsel istismarı’ suçunu işaret ettiğinin tereddüte yer vermeyecek şekilde anlaşılabildiği açıktır”.

Üç kurul üyesi de benzer açıklamalarla karara katılmamışlardır.

4. Değerlendirme

Failin gerçekleştirdiği ve suç olduğu iddia edilen fiili hakkında yargılama yapılabilmesi, usulüne uygun şekilde açılmış bir davanın varlığına bağlıdır. Bu durum “davasız yargılama olmaz” ilkesi ile açıklanmaktadır. Yukarıda açıkladığımız üzere Ceza Muhakemesi sistemimizde davanın yol haritası iddianamedir. Yargılama her ne kadar mahkeme tarafından verilen iddianamenin kabulü ile başlasa da, mahkeme iddianamedeki fiil ve fail ile bağlı olarak yargılama yapabilecektir. İddianamenin kabul edilmesi durumunda, aynı fiil bakımından soruşturma aşamasına dönülemeyecek, kovuşturma aşamasında yeni bir suç şüphesinin ortaya çıkması durumunda mahkeme, Cumhuriyet başsavcılığına ihbarda bulunacaktır.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 20.12.2016 tarihli, 2014/196 E. ve 2016/2107 K. sayılı kararına göre; “CMK’nın 225. maddesinde yer alan; ‘Hüküm, ancak iddianamede unsurları gösterilen suça ilişkin fiil ve faili hakkında verilir. Mahkeme, fiilin nitelendirilmesinde iddia ve savunmalarla bağlı değildir’ şeklindeki düzenleme gereğince de hangi fail ve fiili hakkında dava açılmış ise ancak o fail ve fiili hakkında yargılama yapılarak hüküm verilebilecektir.

İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinin (İHAS) 6/3-a maddesine göre de; ‘Bir suç ile itham edilen herkesin kendisine karşı yöneltilen suçlamanın niteliği ve sebebinden en kısa sürede, anladığı bir dilde ve ayrıntılı olarak haberdar edilmek’ hakkı bulunmaktadır. İsnadın sebebi yargılama konusu fiildir, mahiyeti ise hukuki vasıflandırılmasıdır. İsnat hem yargılamanın konusunu hem de sınırını teşkil etmektedir.

Anılan bu düzenlemeler uyarınca iddianamede açıklanan ve suç oluşturduğu ileri sürülen eylemin dışına çıkılması, dolayısıyla davaya konu edilmeyen fiil veya olaydan dolayı yargılama yapılması ve açılmayan davadan hüküm kurulması yasaya açıkça aykırılık oluşturacaktır.”

Yargıtay 14. Ceza Dairesi 24.12.2014 tarihli, 2012/11601 E. ve 2014/14838 sayılı kararında; “CMK’nın 170. maddesinin 3, 4 ve 6. fıkraları uyarınca iddianamede mağdur veya suçtan zarar görenlerin kimliği, yüklenen suç ve uygulanması gereken kanun maddeleri mevcut delillerle ilişkilendirilerek yüklenen suçu oluşturan olaylar gösterilmeli, aynı Kanunun 225. maddesine göre de hüküm, ancak iddianamede unsurları gösterilen suça ilişkin fiil ve faili hakkında verilmelidir.

Ayrıntıları Yargıtay Ceza Genel Kurulunun Dairemizce de benimsenen 21.02.2012 gün 4/570-51 sayılı Kararında açıklandığı üzere, soruşturma evresinde elde ettiği kanıtlardan ulaştığı sonuca göre iddianameyi hazırlamakla görevli iddia makamı, 5271 sayılı CMK’nın 225/1. maddesi uyarınca kovuşturma aşamasının sınırlarını belirlemektedir. Bu bakımdan iddianamede yüklenen suçun unsurlarını oluşturan fiil/fiillerin nelerden ibaret olduğunun hiçbir duraksamaya yer bırakmayacak biçimde açıklanması zorunludur. Böylelikle sanık, iddianameden üzerine atılı suçun ne olduğunu hiçbir kuşkuya yer vermeyecek şekilde anlamalı, buna göre savunmasını yapabilmeli ve kanıtlarını sunabilmelidir. İddianame, sanığa isnat edilen ve suç sayılan maddi fiilleri açıkça göstermeli, hukuki nitelendirmesi yapılan fiilin kanunda karşılığı olan suç ve cezası hakkında bilgi içermelidir. İsnat edilen suçun dayanağı olan maddi olaylar hakkında savunmasını yapabilecek şekilde sanığın bilgilendirilmemesi, İnsan Avrupa Hakları Sözleşmesi’nin adil yargılanma hakkına ilişkin 6/3-a maddesinin ihlaline” yol açacağını belirtilmiş,

Kararının devamında; “somut olayda hükme esas alınıp Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından düzenlenen 04.11.2008 günlü iddianamede, sanıklar haklarında suç işlemek amacıyla örgüt kurma ve bu örgüte üye olma eylemlerine ilişkin anlatımlarda bulunulup, bu suçlardan da beraat kararı verildiği, 5271 sayılı CMK’nın 225. maddesi gözönüne alınarak değerlendirme yapıldığında fuhuş suçu ile ilgili olarak iddianamede mağdurelerin kimlikleri yer almadığı gibi, sanıkların her bir suç için suça ilişkin mağdure belirtilerek maddi fiillerinin açıkça kişi yer ve zaman gösterilerek açıklanması gerekirken, mağdurelerin yönelik fiillerden iddianamede bahsedilmeksizin sadece bir tek sevk maddesi gösterilmesi karsısında sanıklar haklarında fuhuş suçuna ilişkin olarak da kamu davaları açıldığının kabul edilemeyeceği gözetilmeden, yargılamaya devam edilip yazılı şekilde hükümler kurulması suretiyle Anayasanın 90, İnsan Avrupa Hakları Sözleşmesinin adil yargılanmayı düzenleyen 6. ve 5271 sayılı CMK’nın 225. maddelerine aykırılık teşkil etmesi nedeniyle hükmün bozulmasına” karar verilmiştir.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 17.02.2015 tarihli, 2013/667 E. ve 2015/5 K. sayılı kararına göre; “(…) hükmün konusu iddianamede gösterilen fiildir. Bir fiil nedeniyle dava açıldığının kabul edilebilmesi için o fiilin iddianamede açıkça gösterilmesi gerekir. İddianamede anlatılan ve çerçevesi çizilen fiilin dışına çıkılarak dava konusu yapılmayan bir fiil nedeniyle yargılama yapılması ve açılmayan davadan hüküm kurulması kanuna mutlak aykırılık hallerindendir. Bu bakımdan iddianamenin ayrıntılı olması, yüklenen suçun unsurlarını oluşturan fiilin nelerden ibaret olduğunun hiçbir tereddüde mahal bırakmayacak şekilde açıklanması, suçun açık ve net bir biçimde belirtilmesi zorunludur. Böylece sanık, savunma yapmadan önce iddianamede açıklanan, üzerine atılı suçun ne olduğunu ve hangi kanun maddelerinin uygulanacağını anlamalı, buna göre savunmasını yapabilmeli ve delillerini sunma imkanı sağlanarak, savunma hakkı kısıtlanmamalıdır.”

Değerlendirme konusu olayda; yayınlanan karar içeriğinden anlaşıldığı kadarıyla, iddianamede sadece olay anlatımı yapılmış, hangi fiilin hangi sebeplerle 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda tanımlanan hangi suçu oluşturduğuna dair açık, net ve belirli bir anlatım yapılmamıştır. Bu durumda sanık; iddianamenin kabulünden sonra gerçekleştirilecek yargılamadaki sorgusunda, savunmasını yeterli şekilde hazırlayamayacak ve savunma hakkı ile bu hakkın kapsamına girdiği adil/dürüst yargılanma hakkı ihlale uğrayacaktır.

Yargılama aşamasında mağdure E.C., asansörde sanık F.K.’nın kendisinin arka cebini tuttuğunu beyan etmiştir. Bu iddia, yargılamanın temelini oluşturan iddianamede yer almamaktadır. Dolayısıyla, bu beyan dikkate alınarak sanık hakkında yargılama yapılması “davasız yargılama olmaz” ilkesine aykırılık teşkil eder. Çünkü bir olayın açıklanması sırasında bir başka olaydan söz edilmesi, o olay hakkında dava açıldığını anlamına gelmemektedir. Mahkeme bu durumda, Cumhuriyet savcılığına ihbarda bulunmalı, yargılamayı genişleterek bu iddiayı halihazırda görülmekte olan yargılamaya dahil etmemelidir. Yukarıda yer verdiğimiz Yargıtay kararlarında da belirtildiği üzere; iddianamede sadece sevk maddesinin belirtilmesi, yüklenen suçun unsurlarının hangi fiiller ile oluştuğunun anlatılmaması, savunmasını hazırlayabilecek şekilde ayrıntılı anlatımın yapılmaması durumunda, iddianamenin kabul edilmemesi gerekmektedir. Aksi halde, şüpheli hakkında açılmış bir davanın varlığından söz edilemeyecektir. Sonuç olarak, incelemeye konu Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararının isabetli olduğu kanaatindeyiz.

Son olarak; iddianamelerin hazırlanması bakımından Cumhuriyet savcıları son derece dikkat, özen ve titizlikle hareket etmeli, “Nasıl olsa mahkeme inceler, araştırır, ben iddianameyi düzenleyeyim. Dosyadaki deliller yeterli şüphe seviyesini sağlamakta, maddi hakikati mahkeme bulsun.” şeklinde yaklaşım gösterilmemeli, mahkemeler de, önlerine gelen iddianamelerdeki eksiklikleri “Kovuşturma aşamasında ben gideririm.” değerlendirmesiyle gözardı etmemeli, lehe ve aleyhe tüm delillerin soruşturma evresinde toplanmış olması gerektiğini gözetmeli, iddianamede olay anlatımının yanında hukuki gerekçelendirmenin olmadığı durumda, iddianamenin iadesine karar verilmelidir. Hukuk devleti olmak bunu gerektirmekte ve adil/dürüst yargılanma hakkı tahtında, sanığın doğru ve eksiksiz bilgilendirilerek savunma yapabilmesi üstün tutulmalıdır.

 

[1] Ersan Şen - Mehmet Vedat Ervan, “Kovuşturmanın Yol Haritası İddianame”, Yorumluyorum 23, s.335 - 345, Seçkin Yayınevi, Ankara, 2021, s.336.

[2] Caner Yenidünya, Türk Ceza Muhakemesi Sistemine Genel Bakış, s.4-5. Erişim tarihi:  https://www.yenidunyahukuk.com/dosyalar/ceza-yargilamasina-genel-bakis.pdf.

[3] Cumhur Şahin- Neslihan Göktürk, Ceza Muhakemesi Hukuku -I-, 11. bası, Seçkin Yayınevi, Ankara 2020, s.111.