Notice: Undefined variable: grid_data in /home/u8284090/sen.av.tr/assets/php/function.php on line 84
Prof. Dr. Ersan Şen
Cem Serdar, LL.M.
Notice: Undefined variable: grid_data in /home/u8284090/sen.av.tr/assets/php/function.php on line 84
Alkol veya Uyuşturucu Madde Etkisi Altında Araç Kullanma ve Bilinçli Taksir
20.11.2025 / Prof. Dr. Ersan Şen, Av. Cem Serdar
I. Giriş
Bu yazımızda; failin, alkol veya uyuşturucu madde etkisi altında araç kullandığı sırada yaptığı trafik kazası sebebiyle, doğrudan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 22. maddesinin 3. fıkrasında düzenlenen bilinçli taksir hükmünden sorumlu tutulup tutulmayacağı ile ilgili Yargıtay içtihadına atıf yapmak suretiyle kısaca incelenecektir.
II. Bilinçli Taksir Hakkında Kısa Genel Bilgi
Basit taksir; hareketin bilerek ve istenerek yapılmasını, ancak doğması istenmeyen neticenin öngörülmemesine bağlanan ceza sorumluluğunu kapsar. Bilinçli taksir ise; failin isteyerek yaptığı hareketten istemediği, fakat öngördüğü/öngördüğünün belirlendiği, ama engel olamadığı neticeye ulaşmasına neden olan her türlü dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranış olarak tanımlanabilir[1]. Burada geçen “engel olamadığı” ibaresi “engel olmadığı” biçiminde tespit edilirse, bu durumda olası kastın varlığı gündeme gelebilecektir.
Taksirli suçlarda failin ceza sorumluluğuna gidilmesinin nedeni, öngörülebilecek bir neticeyi dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı hareketi dolayısıyla öngörememesinden kaynaklanmaktadır. Gerekli dikkat ve özen gösterilse, tedbir alınsa, kurallara riayet edilse veya meslek ve sanatta acemilik gösterilmese idi, yasal tanımda yer alan bir unsurun gerçekleşebileceği öngörülebildiği takdirde, fiilin taksirle işlendiği kabul edilecektir[2]. Failin öngörememesinin kusurlu olduğu durumda gündeme gelen adi/basit taksir, sonucun fail tarafından öngörülmesi halinde yerini bilinçli/şuurlu taksire bırakır.
Fail, neticeyi öngörmesine rağmen gerçekleşmesini istememiş de olabilir. Bu durumda failin, “bilinçli taksir” ile hareket ettiği ve bu derecede cezalandırılacağı ileri sürülmektedir.
Bilinçli taksirin tanımına 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu m.22/3’de yer verilmiştir. Buna göre; “Kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi halinde bilinçli taksir vardır”. Hükümde öne çıkan iki husus; failin eylemi sonucu oluşabilecek neticeyi öngörmesi, ancak vuku bulmasını istememesidir. Neticenin gerçekleşebileceğini öngören, ancak bunun olmamasını isteyen bir kimseden bahsedebilmemiz için, bu kimsenin öngördüğü neticenin gerçekleşmeyeceğine ilişkin bir güveninin veya inancının bulunması gerekir[3]. Elbette hakimin, failin bu inançta olduğunu anlayabilmesi için somut olayın koşullarına ilişkin kabul edilebilir bir bilgisizliğinin nedeniyle neticenin gerçekleşmeyeceğine inandığını gösteren veriler bulunmalıdır. Diğer bir ifadeyle; neticenin istenmediğine yönelik, somut olayın gerçekleşme koşullarına uygun düşmeyen iddialar kabul görmeyecektir[4].
III. Konu ile İlgili Yargıtay İçtihadı
Yargı kararları, Yargıtay 12. Ceza Dairesi’ne aittir.
Tarih sırasına göre yer vermek gerekirse, Yargıtay 12. Ceza Dairesi 25.02.2013 tarihli, 2012/10797 E. ve 2013/4200 K. sayılı kararında; “Olaydan yaklaşık 1 saat 20 dakika sonra yapılan ölçümde 0,14 promil alkollü olduğu tespit edilen sanığın, kandaki alkol düzeyinin bir saatte ortalama 0,15 promil gram azaldığı tıbben bilindiğine göre, olay anında yaklaşık 34 promil alkollü olacağı, Adli Tıp Kurumu 5. İhtisas Kurulu raporlarında istikrarlı bir şekilde vurgulandığı üzere; alkollü bir şekilde trafikte seyreden bir sürücünün alkol konsantrasyonu hangi seviyede olursa olsun bireysel farklılıklar göstermekle birlikte trafik güvenliği açısından değişen derecelerde risk oluşturabileceği, ancak bu durumun tehlike arz edecek düzeyde olup olmadığı, dolayısıyla sürücünün tesiri altında bulunduğu alkol seviyesinde ... kullanması halinde, güvenli sürüş yeteneğini kaybedip etmediği, bireyin o andaki sürüş ehliyetini belirleyebilecek dikkat, algı, denge, refleks, psikomotor ve nöromotor koordinasyon gibi nörolojik, nistagmus, akomadasyon, görme gibi oftalmolojik ve genel durumunun tespitine yönelik detaylı dahili muayenesine yönelik tıbbi verilerin değerlendirilmesi ile mümkün olabileceği, olay anında yaklaşık 34 promil alkollü olan sanık hakkında böyle bir tespit yapılmadığı, 31-100 promil arasında alkol düzeyine sahip sürücüler için sadece alkol düzeyinden hareketle güvenli sürüş yeteneğinin bozulup bozulmadığının tespit edilemeyeceği, alkol veya uyuşturucu maddenin sırf kullanılmış olmasının bilinçli taksirin koşullarının oluşması için yeterli olmadığı, sanığın alkollü olmasının olayın asıl nedeni olduğuna ilişkin bir tespitin bulunmaması karşısında sanık hakkında bilinçli taksirin uygulanma koşullarının oluşmadığının gözetilmeyerek bilinçli taksir kabulü ile temel cezada arttırım yapılarak sanığa fazla ceza tayini,” ifadelerine yer vermiştir.
Bu karardan anlaşıldığı üzere Yargıtay’ın görüşü; failin alkol veya uyuşturucu madde kullanımı sonrasında gerçekleştirdiği her kazada, doğrudan bir değerlendirme ile bilinçli taksir hükmünün uygulanmasının hatalı olduğu şeklindedir. Yargıtay; failin yol açtığı kazayı alkol veya uyuşturucu madde etkisi altında iken gerçekleştirdiği halde, alkol veya uyuşturucu maddenin failin güvenli sürüş yeteneğine, o andaki sürüş ehliyetini belirleyebilecek dikkat, algı, denge, refleks, psikomotor ve nöromotor koordinasyon gibi nörolojik, nistagmus, akomadasyon, görme gibi oftalmolojik ve genel durumuna ne şekilde etki ettiğine yönelik tıbbi verilerin ortaya koyulmasını, ancak bunun sonrasında failin basit taksirden mi, yoksa bilinçli taksirden mi sorumlu tutulması gerektiğine karar verip, hukuki nitelendirmenin ne şekilde yapılacağına işaret etmiştir. Görüleceğiz üzere Yargıtay bu kararıyla; net bir şekilde bir sürücünün güvenli sürüş yeteneğini kaybedip kaybetmediğinin alkol düzeyinden hareketle doğrudan belirlenemeyeceğini, alkol veya uyuşturucu maddenin yalnızca kullanılmasının, taksirin doğrudan oluşacağı gibi bir değerlendirmeye yol açmayacağını, failin bilinçli taksirden sorumlu tutulması için alkol veya uyuşturucu maddenin trafik kazasının asıl nedeni olduğuna dair bir tespitin yapılması gerektiğini ortaya koymuştur.
Yargıtay 12. Ceza Dairesi 04.03.2013 tarihli, 2012/10755 E. ve 2013/5123 K. sayılı kararında; “sanığın olaydan 30 dakika sonra yapılan ölçümde 69 promil alkollü olduğu tespit edilmiş ise de, alkol veya uyuşturucu maddenin sırf kullanılmış olmasının bilinçli taksirin koşullarının oluşması için yeterli olmadığı, sanığın alkollü olmasının olayın asıl nedeni olduğuna ilişkin bir tespitin bulunmaması karşısında sanık hakkında bilinçli taksirin uygulanma koşullarının oluşmadığı” gerekçesiyle, yukarıda yer verdiğimiz emsal kararla yakın bir tarihte aynı görüş ve tespitlerini ortaya koymuştur.
Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin 25.03.2014 tarihli, 2013/17087 E. ve 2014/7377 K. sayılı kararında yer verilen; “Olaydan yaklaşık iki buçuk saat sonra yapılan ölçümde sanığın 39 promil alkollü olduğu tespit edilmiş ise de, alkol veya uyuşturucu maddenin sırf kullanılmış olmasının bilinçli taksirin koşullarının oluşması için yeterli olmadığı, sanık hakkındaki raporlarda ve trafik kazası tespit tutanağında sanığın davranışlarına yönelik bir tespitin bulunmadığı, olayın tek başına alkolün etkisiyle meydana gelmediği ve bilinçli taksirin koşullarının oluşmadığı gözetilmeksizin, sanık hakkında TCK'nın 22/3 maddesi uygulanmak suretiyle temel cezada arttırım yapılması,” ifadeleriyle ve yine Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin 19.09.2018 tarihli, 2016/10072 E. ve 2018/8400 K. sayılı kararında gerekçe olarak ortaya koyduğu; “İncelenen dosya kapsamına göre, 54 promil alkollü olduğu anlaşılan sanık hakkında, alkol ve uyuşturucu maddenin sırf kullanılmış olmasının bilinçli taksirin şartlarının oluşması için yeterli olmadığı, dairemiz yerleşik uygulamaları göz önünde bulundurulduğunda sanığın 1,00 promil altında alkollü olması nedeniyle bilinçli taksirin koşullarının oluşmadığı, ayrıca sanığın aracını direksiyon hakimiyetini kaybetmesi neticesinde ters şeride soktuğu, bilinçli olarak ters istikamette seyretmediği anlaşılmakla, olayda bilinçli taksirin koşullarının oluşmadığının gözetilmemesi,” ifadeleriyle benzer içtihadını sürdürdüğü anlaşılmaktadır.
IV. Konu ile İlgili Yargıtay İçtihadı Hakkındaki Görüşümüz ve Sonuç
İkinci başlıkta yer verdiğimiz üzere; bilinçli taksir failin isteyerek yaptığı hareketten istemediği, fakat öngördüğü/öngördüğünün belirlendiği, ama engel olamadığı neticeye ulaşmasına neden olan her türlü dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranış olup, basit taksirden daha yüksek bir ceza sorumluluğunu gerektirmektedir. Bu sebeple, her somut olayda bilinçli taksir tespitinin dikkatle yapılması gerekir. Maddi hakikate ve adalete ulaşabilmek için; “ceza sorumluluğunun şahsiliği” ve “kusur” ilkelerinin dikkate alınarak, somut olayda kusurun ve kusur varsa hangi kusur türünün, hangi faile ait olduğunun somut delillerle ortaya koyulması gerekir.
Failin; alkol veya uyuşturucu maddenin etkisi altında araç kullanması, elbette olumsuz bir durum olarak değerlendirilmelidir. Hatta bu durumun, TCK m.179’da düzenlenen trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçunu oluşturacağı söylenebilir. Bununla birlikte; failin alkol veya uyuşturucu madde etkisi altında iken, bir zarar değil tehlike suçu olan trafik güvenliği tehlikeye sokma suçunu işlemesi yanında, ayrıca trafik kazası yapmak suretiyle bir zarar suçuna da sebebiyet verdiği bir durumda, hataya mahal vermeyecek şekilde nedensellik bağı ve objektif isnadiyet tespitlerinin yapılması gerekir. Diğer bir ifadeyle; alkol veya uyuşturucu madde etkisi altında araç sürerek herhangi bir kaza yapan failin bilinçli taksir hükümlerinden sorumlu tutulması için, kanaatimizce de yaptığı kaza ile alkol veya uyuşturucu madde etkisi altında olması arasında doğrudan bir bağlantı bulunması, yani alkol veya uyuşturucu madde etkisi altında aracı kullanması ile yaptığı kaza arasında doğrudan bir nedensellik ilişkisinin ve objektif isnadiyet şartının, yani gerçekleşen neticenin tümü ile failden kaynaklandığının tespiti zorunlu olacağından, üçüncü başlık altında yer verdiğimiz Yargıtay 12. Ceza Dairesi içtihadının isabetli olduğunu düşünmekteyiz.
Bu aşamada; alkol almak suretiyle araba kullanmanın ve karayolu trafiğine çıkmanın otomatik olarak meydana gelen ölümlü veya yaralamalı trafik kazalarının sorumlu tutulmayı mümkün kılmayacağı, meselenin 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu ile TCK m.179’dan kaynaklanan idari ve adli ceza sorumlulukları çerçevesinde ele alınması gerektiği, bunun dışında TCK m.44’de düzenlenen fikri içtima hali de dikkate alınarak, adi veya bilinçli taksirden veya olası kasttan doğabilecek sübjektif ceza sorumluluğunun, illiyet bağı ve objektif isnadiyet bakımından ayrıca değerlendirilmesi gerektiği sonucuna varılmadır.
Failin sırf kullandığı alkole veya uyuşturucu veya uyarıcı maddeye ve bunların vücudunda bulunan miktarlarına bakarak güvenli sürüş yeteneğinin kaybedildiğine dair kabul durumunda da, Ceza Hukukunda şekli suçun olmadığı, suçun sadece fiille ilgili maddi unsurunun değil, fail bakımından manevi unsurunun da var olduğunun tespitinin gerekeceği dikkate alınmalıdır. Suçun kanuni, maddi, manevi ve hukuka aykırılık unsurlarının tespiti yapılmadan suçun işlendiğinden bahsedilemez.
[1] Ersan Şen, Yeni Türk Ceza Kanunu Yorumu, C.I, Vedat Kitapçılık, İstanbul, 2006, s. 63-64.
[2] İzzet Özgenç, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2016, s.246.
[3] Mehmet Emin Artuk/Ahmet Gökcen, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Ankara, Adalet Yayınevi, 2017, s. 383.
[4] Ersan Şen/Erkam Malbeleği, Yorumluyorum 21, Bilinçli Taksirin Koşulu Olarak “Neticenin Gerçekleşmeyeceğine Duyulan Güven”, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2020, s.75.


