Prof. Dr. Ersan Şen

Anayasa Mahkemesi’nin CMK m.273/1’e Yönelik İptal Kararı

09.11.2023 / Prof. Dr. Ersan Şen, Stj. Av. Özüm Su Uzun

  1. Giriş

Bu yazımızda; 32349 sayılı, 24.10.2023 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan, Anayasa Mahkemesi’nin 26.07.2023 tarihli, 2022/144 E. ve 2023/137 K. sayılı kararına konu, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu m.273/1’de yer alan, “İstinaf istemi, hükmün açıklanmasından itibaren yedi gün içinde hükmü veren mahkemeye bir dilekçe verilmesi veya zabıt katibine bir beyanda bulunulması suretiyle yapılır; veya tutanağa geçirilir ve tutanak hakime onaylattırılır. Tutuklu sanık hakkında 263’üncü madde hükmü saklıdır.” hükmünün iptali talebi incelenecektir.

  1. İptal Talebinin Gerekçesi

Trabzon 2. Asliye Ceza Mahkemesi; Anayasa m.13, m.36 ve m.141 ile güvence altına alınan adil/dürüst yargılanma hakkı ve mahkemeye erişim hakkını zedelediği, temel hak ve hürriyetlerin “ölçülülük” ilkesi uyarınca sınırlanabileceği gerekçesiyle, CMK m.273/1’in iptali için itiraz yoluna başvurmuştur.

Başvuru dilekçesinde şu hususlara yer verilmiştir:

Ceza muhakemesinde duruşma devresinin sona ermesi ile suç isnadının esasını çözümler nitelikte son bir karar verilecektir. Hükmün; sorun, gerekçe ve sonuç kısımlarının tümünü içerir biçimde duruşma tutanağına geçirilmesi ve hükmün gerekçeli karar biçimde açıklanması gerekmektedir.

Anayasanın 36. maddesi; Anayasa m.141/3 ışığında yorumlandığında, adil/dürüst yargılanma hakkı gerekçeli karar hakkını da güvence altına almaktadır. Bu nedenle, gerekçeli karar hakkı Anayasanın 36. maddesinde düzenlenen adil/dürüst yargılanma hakkının temel güvencelerinden birisidir.

CMK m.232/3’e göre; “Hükmün gerekçesi ve varsa karşı oy gerekçesi, tümüyle tutanağa geçirilmemişse açıklanmasından itibaren en geç on beş gün içinde dava dosyasına konulur”. 5271 sayılı Kanunun itiraza konu hükmü 273/1’de, hükmün tefhiminden itibaren yedi gün içinde hükmü veren mahkemeye bir dilekçe verilmesi veya zabıt katibine bir beyanda bulunulması suretiyle istinaf isteminin yapılacağını düzenlemektedir[1].

Netice itibariyle “gerekçesiz” karar, adil/dürüst yargılanma hakkının ihlalidir. Tüm kararlar somut, hukuki ve fiili gerekçelerle yazılmalıdır. Dile getirilen iddia ve savunmaların genel geçer birkaç cümle ile veya genel ret içeren ifadelerle reddedilmesi hak ihlaline yol açar[2]. Bir kararda hangi hususların bulunması gerektiği davanın niteliğine ve koşullarına bağlıdır, ancak mahkemeler davanın esasına ilişkin hususların incelenmiş olduğunu gerekçeli kararlarında açıklamakla mükelleftir.

5271 sayılı Kanun; hükmün sorun ve gerekçeyi içerir biçimde açıklanamadığı durumlarda, uygulamada “kısa karar” olarak da adlandırılan “hüküm fıkrası” kısmının duruşma tutanağına geçirilmesine ve gerekçenin ana hatları ile de anlatılmasına imkan tanımaktadır.

İtiraza konu kural uyarınca yalnız hüküm fıkrasının okunduğu, karar gerekçesinin ana hatları ile açıklandığı hallerde, CMK m.232/3 uyarınca hükmün gerekçesi on beş gün içinde yazılıp dosyaya koyulmalıdır. Bu yolla, gerekçenin duruşma sonunda tutanağa geçirilemediği durumlarda ortaya çıkabilecek hak kaybı önlenmiştir.

Hükmün gerekçesinin duruşma tutanağına geçirilmediği durumlarda, gerekçeyi bilmeyen sanık yönünden kanun yoluna başvuru süresinin hükmün açıklanmasından itibaren başlatılması sanığa ağır bir külfet yüklemektedir. Kanun yoluna başvuru süresinin tefhim ile başlatılması, yazılı gerekçe henüz tebliğ edilmeden sanığın savunma yapmaya zorlamakta, sanığın İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi m.6 ile korunan savunma hakkını zedelemektedir.

Anayasa m.13 uyarınca mahkemeye erişim hakkına getirilecek sınırlamaların elverişlilik, gereklilik ve orantılılık şeklindeki üç alt ilkeyi içerisinde barındıran “ölçülülük” ilkesine uygun olması gerekmektedir. Mahkemeye erişim hakkı, somut ve etkili olmalıdır. Erişim hakkının etkili olabilmesi için kişinin, haklarına müdahale eden bir işleme itiraz etmek üzere açık ve somut bir fırsata sahip olması gerekir[3]. İstinaf kanun yoluna başvuru süresinin tefhim ile başlaması ve belirli bir sürede başvuru yapılmadığı takdirde hükmün belirtilen kısa süre içinde kesinleşmesi, hukuki güvenlik ve istikrarın sağlanması amacına ulaşmak bakımından elverişli değildir.

Temel hak ve özgürlükleri sınırlama niteliğini haiz 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu, Anayasanın 2. maddesinde güvence altına alınan “hukuk devleti” ilkesi gereğince, hem kişiler ve hem de idare yönünden keyfiliğe izin vermeyecek belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir düzenlemeler içermelidir.

  1. Anayasa Mahkemesi’nin Değerlendirmesi

AYM, başvuru kararında yalnızca istinaf süresinin hükmün açıklanmasından itibaren başlatılmasına ilişkin kuralın iptal gerekçesine yer vermiştir. Anılan fıkrada yer alan diğer kuralların hangi nedenlerle Anayasaya aykırı olduğuna ilişkin iptal gerekçelerine yer verilmemesi sebebiyle, yalnızca itiraz konusu fıkrada yer alan “…hükmün açıklanmasından itibaren…”  ibaresi hakkında inceleme yapmıştır.

İtiraza konu kural; istinaf yoluna başvuru süresinin hükmün açıklanmasından itibaren başlayacağını anlaşılır, sınırları belirli şekilde açıklayan, erişilebilir, şekli anlamda kanun hükmü niteliğini haiz bir düzenlemedir.

Gerçek anlamda bir savunma hakkından bahsedebilmek için tarafların yeterli zaman ve kolaylıklara sahip olması gerekmektedir. Savunma için gerekli kolaylık kavramı şüpheliye/sanığa savunma için yardımcı olacak veya olabilecek zorunlu imkanları ifade etmekte ve silahların eşitliğini sağlamayı amaçlamaktadır. Suç isnadı altındaki kişiye sağlanması zorunlu kolaylıklar, savunma için gerekli olanlardır. Bu açıdan hükmün gerekçeli olarak açıklanması veya taraflara gerekçeli kararın tebliğ edilmesi de sağlanacak kolaylıklar arasındadır[4]. Anayasanın 36. ve 141. maddelerinde güvence altına alınan gerekçeli karar hakkı, tarafların kanun yoluna etkili başvuru yapmalarını mümkün hale getiren en önemli haklardan birisidir. Kaldı ki, gerekçesi bilinmeyen bir karara karşı kanun yoluna başvuru hakkının etkin kullanılması mümkün olmayacağı gibi, bahsedilen kanun yolunda yapılacak incelemenin de etkin olması beklenemez[5].

Başvurucunun; istinaf kanun yoluna başvurma hakkını gereği gibi kullanabilmesi için, kararın hangi gerekçe ile verildiğini bilmesi gerekir. Nitekim kanun yolunda ileri sürülecek istinaf sebepleri, hükmün yalnızca sonucuyla değil gerekçesiyle de ilgili olabilir. Bu bakımdan ceza yargılamasının esas belgelerinden olan, hükmün maddi ve hukuki temelini oluşturan gerekçeyi içerir hükmün, kanun yoluna başvuru hakkını kullanabilmesi için taraflara bildirilmesi gerekir.

Hüküm sonucunun tefhim edildiği durumlarda, gerekçeli karar, duruşmada hazır olanlardan yalnızca süre tutum dilekçesi veren tarafa tebliğ edilmektedir. Bu durumda taraf, yeniden istinaf dilekçesi hazırlamak veya gerekçenin yerinde olduğu düşüncesinde ise kanun yolu başvurusundan vazgeçme dilekçesi vermek mecburiyetindedir. Bu düzenlemeden; mahkemeye erişim hakkına getirilen sınırlamayla ulaşılmak istenen meşru amaç ve kişilerin mahkemeye erişim hakkından yararlanmasındaki bireysel yarar arasında, makul bir orantının kurulamadığı anlaşılmaktadır. Bu itibarla, kuralla hedeflenen amaca ulaşıldığında elde edilecek kamusal yararla kıyaslandığında kişilere aşırı külfet yüklediği ve özellikle gerekçesi açıklanmayan hükümler yönünden mahkemeye erişim hakkını orantısız, dolayısıyla ölçüsüz bir biçimde sınırladığı anlaşılmaktadır[6].

AYM yukarıda açıkladığımız nedenlerle, değerlendirmeye konu hükmün Anayasa m.13 ve m.36’ya aykırı olduğuna, ayrıca Anayasa m.141 bakımından inceleme yapılması gerekmediğine ve hükmünde yer alan “… hükmün açıklanmasından itibaren…” ibaresinin iptal edilmesine oy çokluğu ile karar vermiştir.

İptal hükmü, 24.10.2023 tarihli 32349 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmasından başlayarak 9 ay sonra 27.04.2024 tarihinde yürürlüğe girecektir. Anayasa Mahkemesi; kararın 9 ay sonra yürürlüğe girme gerekçesini, ilgili hükme ait bölümün iptal edilmesi nedeniyle doğacak hukuki boşluğun, kamu yararını ihlal edecek nitelikte görülmesi olarak açıklamıştır.

Çoğunluk tarafından alınan iptal kararına karşı, üyeler Basri Bağcı ile Muhterem İnce karşı oy kullanmıştır. Karşı oyda; çoğunluğun, istinaf kanun yoluna müracaat etmek isteyen tarafın, gerekçeyi görmeden kanun yoluna müracaat etmek durumunda bırakılmasının dezavantajlı olması nedeniyle, sürenin, hükmün gerekçesiyle birlikte tebliğ edilmesi ile başlaması gerektiği yönündeki kararı eleştirilmiştir. Karşı oya göre; hüküm açıklanırken gerekçesinin aynı anda tarafların bilgisine sunulması uygun olan uygulamadır. Bu sebeple kanuni yollara müracaat için sürenin gerekçeli kararın tebliği ile başlamasının mevcut uygulamaya nazaran daha yerinde olacağı bir görüş olarak savunulabilir fakat Anayasa Mahkemesi’nin görevi uygulamanın iyileştirilmesini sağlamak olup, yargılama sürecini hızlandırmak değildir. Anayasa Mahkemesi’nin görevi olan norm denetiminde gözetilmesi gereken husus, seçenekler arasından en uygun olanın belirlenmesi değil, mevcut düzenlemenin Anayasa’ya uygun olup olmadığının belirlenmesidir. Son olarak karşı oya göre; süre tutum dilekçesi ile müracaat edilmesinin ardından, yazılmamış olan gerekçeli kararın kendilerine tebliğiyle, vermiş olduğu istinaf dilekçesindeki değerlendirmelere eklemeler ve çıkarmalar yapabilen, aynı zamanda kanun yoluna müracaattan vazgeçen tarafın, herhangi bir hak kaybına uğradığından bahsetmek mümkün değildir.

  1. Değerlendirmemiz

Gerekçeli karar hakkı kişilerin adil/dürüst şekilde yargılanmalarının sağlanmasını ve kararların denetlenmesini amaçlamaktadır. Tarafların muhakeme sırasında ileri sürdükleri iddialarının, kurallara uygun biçimde incelenip incelenemediğini bilmeleri ve ayrıca demokratik bir toplumda kendi adlarına verilen yargı kararlarının sebeplerini öğrenebilmeleri için de gereklidir[7].

Hakim veya mahkeme kararlarının gerekçeli olması gerektiği İHAM kararlarına da konu olmaktadır. İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi 16.12.1992 tarihli, 12945/87 numaralı Hadjianatassiou/Yunanistan başvurusunda; bir ceza davasında beş günlük kısa temyiz süresi nedeniyle gerekçeli karar kendisine tebliğ edilmeden temyiz başvurusu yapmak zorunda kalan başvurucu ile ilgili olarak inceleme gerçekleştirmiştir. Sözleşmeci devletlerin yargı sistemlerinin İHAS m.6’ya uygunluğunu sağlamak konusunda bir tercih özgürlüğüne sahip olduklarını, bunun yanında ulusal mahkemelerin kararlarını hangi gerekçelere dayandırdıkları konusunda yeterli açıklığı sağlamalarının zorunlu olduğunu belirtmiştir. Kişilerin sahip olduğu temyiz hakkını etkili bir biçimde kullanabilmesinin diğer unsurlar yanında bu koşula bağlı olduğunu, kendisinin görevinin de bu kapsamda devletlerin tercih ettiği yöntemlerin 6. madde ile uyumlu sonuçlar doğurup doğurmadığını incelemek olduğunu ifade ederek, başvuruda adil/dürüst yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır.

Hükmün tefhimi ile kanun yoluna müracaat sürelerinin başlatılması halinde; karar gerekçesinin ana hatları haricinde, yargılamada ileri sürülen iddia ve savunmalara dair karar gerekçelerini öğrenmeden istinaf başvurusu yapmak durumunda kalmaktadır. Kişinin neden kanun yolu başvurusu yaptığını bilmediği, yalnızca başvuru süresini kaçırması sebebiyle, mahkemeye erişim hakkından mahrum kalmak çekincesi ile başvuru yaptığı bu aşamada, hakkın etkin kullanımından bahsetmek mümkün değildir. Uygulamada süre tutum (esasen hakkı kullanacağına dair kısa başvuru) dilekçesi olarak adlandırılan dilekçe ile başlayan kanun yoluna müracaat süreci, bu düzenlemede sayılan, gerekçeli kararın tebliği için verilen 7 günlük süre ve tebliğden başlayacak 15 günlük süre sebebiyle uzamaktadır. Aynı şekilde gerekçeli kararın tebliğinin ardından sunulması muhtemel olan ek istinaf dilekçeleri veya vazgeçme dilekçeleri ile uygulamada iş yükünü artıran, dezavantajlı bir durum oluşmaktadır. Belirtmeliyiz ki, hiç yapılmamış bir başvurudan dönülmesi feragat ve yapılmış bir başvurunun geri çekilmesi ise vazgeçmedir.

Daha önce kaleme aldığımız makalemizde de bahsettiğimiz üzere[8], iptale konu hüküm mahkemeye erişim hakkı ve hak arama hürriyetine aykırılık oluşturmakta, mahkemelerin iş yükünü artırmaktadır. AYM pek çok kararında istinaf başvuru süresinin tefhim ile başlamasının mahkemeye erişim hakkının özünü zedelediğine hükmetmiştir.

Anayasa Mahkemesi’nin 21.06.2017 tarihli ve 2014/15969 başvuru numaralı Ayşe Eşlik kararında; Başvuruya konu davada, başvurucunun Mahkeme tarafından 30.6.2014 tarihli celsede gerekçesi açıklanmadan tefhim edilen kısa karar üzerine yedi günlük itiraz süresi içinde verdiği dilekçeyle yaptığı itiraz başvurusunda gerekçeli karar tebliğ edilmeden dosyanın İstanbul Anadolu 6. Ağır Ceza Mahkemesine gönderildiği ve başvurucunun Mahkemenin gerekçesini bilmediği için itiraz nedenlerini sunamadığı anlaşılmış; başvurucuya savunma için gerekli kolaylıklar ve itiraz hakkını etkili bir şekilde kullanma imkanı sağlanmadan yargılamanın sonuçlandırılması nedeniyle savunma için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olma ve mahkemeye erişim haklarına uyumlu bir yargılamanın yapılmadığı sonucuna ulaşılmıştır.” gerekçesiyle ihlale karar verilmiştir[9].

Yargılamaların uzun sürdüğü ve makul sürede sonuçlanmadığı gerekçesiyle, Sözleşmenin 6. ve 13. maddelerinin ihlali iddiasıyla İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’ne çok sayıda başvuru yapılmıştır. İHAM; ceza ve hukuk davaları ile idari davalarda yargılamaların uzun sürdüğünü ve makul sürede sonuçlanmadığını belirterek İHAS m.6/1’de yer alan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir. İHAM ayrıca, Türk Hukuku’nun başvurucuların yargılamanın uzunluğuna itiraz edebileceği bir hukuk yolu sunmadığı sonucuna varmış ve İHAS m.13’ün ihlal edildiğine karar vermiştir[10].

Karşı oy gerekçesinde belirtildiği üzere AYM’nin görevi, itiraz edilen hükmün Anayasaya şekil ve esas bakımlarından uygunluğunu denetlemektir. İptale konu hükmün; açık, anlaşılır ve sınırları belirli şekilde düzenlenmiş olan bir kanun hükmü olduğu kararda belirtilmiştir. Çoğunluk tarafından verilen iptal kararının ana gerekçesi ise, mahkemeye erişim hakkına sınırlama getiren daha hafif bir sınırlama ile aynı amaca ulaşmanın mümkün olmasıdır.

AYM’nin değerlendirmeye konu iptal kararı mahkemeye erişim hakkından yararlanma konusundaki bireysel yarar açısından yerinde olmakla birlikte iptal kararının 9 ay sonra yürürlüğe girdiği tarihte, yeni bir hüküm yürürlükte olmalıdır. Hüküm iptal edilmiş hali ile tatbike elverişli değildir. Özellikle karara konu maddenin 2. fıkrasında yer alan “Hüküm, istinaf yoluna başvurma hakkı olanların yokluğunda açıklanmışsa, süre tebliğ tarihinden başlar” hükmünün mefhumu muhalifinden, “yokluğunda karar verilmeyenler yönünden süre tefhimle başlar” sonucuna varılmasına yol açabilir.  İşbu lehe kararın hukuki bir boşluğa yol açmaması için, bir an önce gerekli usuli güvenceleri öngören yasal düzenlemeye gidilmesi gerekmektedir.

Sonuç olarak; 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu m.273/1’de yer alan “… hükmün açıklanmasından itibaren…” ibaresinin iptali ve yapılacak yeni bir kanuni düzenlemeyle istinaf süresinin başlangıç tarihinin belirlenmesi, sürenin yeknesaklaştırılmasına hizmet edeceğinden, incelemeye konu iptal kararını yerinde bulmaktayız. Bununla birlikte; 5271 sayılı Kanunun temyize ilişkin hükümlerinin, istinaf başvuru sürelerine dair hükümlerle paralel düzenlemeler içerdiği ve bu iptal kararının, CMK m.291’e yönelik yapılacak bir iptal başvurusunda emsal karar niteliği taşıyacağını belirtmek isteriz.

 

 

[1] Hilmi Kocabey, 2018/27686 başvuru numaralı, 17.11.2021 tarihli AYM kararı

[2] https://sen.av.tr/tr/makale/gerekceli-karar-hakki2

[3] Ünsal Karabulut, 2014/12045 başvuru numaralı, 17.11.2016 tarihli AYM kararı

[4] Ufuk Rifat Çobanoğlu, 2014/6971 başvuru numaralı, 01.02.2017 tarihli AYM kararı

[5] Vesim Parlak, 2012/1034 başvuru numaralı, 20.03.2014 tarihli AYM kararı; Ayşe Eşlik 2014/15969 başvuru numaralı, 21.06.2017 tarihli kararı

[6] AYM’nin 26.07.2023 tarihli, 2022/144 E. ve 2023/137 K. sayılı kararı

[7] Sencer Başat, 2018/27686 başvuru numaralı, 17.11.2021 tarihli AYM kararı

 

[8] Bkz: https://sen.av.tr/tr/makale/sure-tutum-dilekcesi-ve-mahkemeye-erisim-hakki-ile-aymye-basvuru-suresinin-azligi

[9] https://sen.av.tr/tr/makale/sure-tutum-dilekcesi-ve-mahkemeye-erisim-hakki-ile-aymye-basvuru-suresinin-azligi

[10] Bahçeyaka/Türkiye, 74463/01 başvuru numaralı, 13.7.2006 tarihli; Tamar/Türkiye, 15614/02 başvuru numaralı 18.7.2006 tarihli; Daneshpayeh/Türkiye, 21086/04 başvuru numaralı, 16.7.2009 tarihli ve Sebahattin Evcimen/Türkiye,31792/06 başvuru numaralı, 23.2.2010 tarihli AİHM kararları