Notice: Undefined variable: grid_data in /home/u8284090/sen.av.tr/assets/php/function.php on line 84
Prof. Dr. Ersan Şen
Doç. Dr. Erkan Duymaz
Notice: Undefined variable: grid_data in /home/u8284090/sen.av.tr/assets/php/function.php on line 84
AYM Genel Kurulunun 31.07.2025 Tarihli Tayfun Kahraman Kararı Hakkında Değerlendirmemiz
25.10.2025 / Prof. Dr. Ersan Şen, Doç. Dr. Erkan Duymaz
Anayasa Mahkemesi (AYM), kamuoyunda “Gezi Davası” olarak bilinen ceza davasında Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçuna yardım etme suçundan 18 yıl hapis cezasıyla cezalandırılan Tayfun Kahraman’ın başvurusunu incelemiş ve başvurucunun adil/dürüst yargılanma hakkı kapsamında hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine oyçokluğu ile karar vermiştir (Tayfun Kahraman [GK], B. No: 2023/98215, 31/7/2025).
Başvuruya konu olaylar
Başvurucu şehir plancısı olup Gezi Parkı olaylarının yaşandığı dönemde Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) Genel Merkez Yönetim Kurulunda şube başkanı olarak görev yapmış, aynı zamanda Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde faaliyet gösteren Koruma Bölge Kurulunda kültür ve turizm uzman yardımcılığı görevinde bulunmuştur. Başvurucuya isnat edilen fillerin neredeyse tamamı, Taksim Yayalaştırma Projesi’ne karşı çıkan çeşitli sivil toplum kuruluşları, meslek odaları, sendikalar ve siyasi parti temsilcilerinin oluşturduğu “Taksim Dayanışması” isimli platformda yürüttüğü faaliyetlere ilişkindir. Başvurucunun bu kapsamda yaptığı açıklamalar, sosyal medya paylaşımları, katıldığı toplantı ve gösteriler, ayrıca irtibat halinde olduğu kişiler bir arada değerlendirilerek; başvurucunun, aynı davada yargılanan sanıkların bir kısmı ile Gezi Parkı olaylarının öncesinde bir plan ve organizasyon dahilinde hareket ederek, hükümeti devirmek amacıyla eylemler organize ettiği, kalkışma niteliğindeki bu eylemlerin yurdun geneline yayılması için çaba gösterdiği, paylaşım ve çağrıları ile şiddet olaylarının artmasına zemin hazırlayan Taksim Dayanışmasının en etkili üyelerinden birisi olduğu kabul edilmiştir.
Başvurucu ilk aşamada sözkonusu suçtan beraat etmiş, ancak İstinaf Mahkemesinin bozma kararının ardından yeniden görülen davada mahkum edilmiş, mahkumiyet hükmü istinaf ve temyiz aşamalarından geçerek kesinleşmiştir. Yargıtay; başvurucunun eylemlerinin Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçunu oluşturduğu kanaatine ulaşmakla birlikte, aleyhe temyiz talebi bulunmadığından, “yardım etme” suçu yönünden kurulan hükmü onamıştır.
AYM’nin değerlendirmesi
Başvurucu; AYM önünde, hakkaniyete uygun yargılanma hakkı, “suçta ve cezada kanunilik” ilkesi, ifade özgürlüğü ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı dahil olmak üzere çok sayıda hak ihlali iddiası dile getirmiştir. AYM; başvurucunun ihlal iddialarının adil/dürüst yargılanma hakkının birçok güvencesine temas ettiği gerekçesiyle, bu hak kapsamındaki hakkaniyete uygun yargılanma güvencesi yönünden incelenmesine karar vermiştir.
Genel Kurul kararına bakıldığında; hakkaniyete uygun yargılanma hakkı kapsamındaki değerlendirmelerin büyük kısmının “gerekçeli karar hakkı” ışığında yapıldığı, buna ilaveten “silahların eşitliği” ve “çelişmeli yargılama ilkeleri” bakımından da önemli bir soruna işaret edildiği görülmektedir.
AYM’nin gerekçe yönünden yaptığı değerlendirmede; esas olarak, başvurucuya isnat edilen fiiller ile bunların sübutuna dayanak teşkil eden delillerin yeterli düzeyde ilişkilendirilmediği, başvurucunun paylaşım ve açıklamaları ile şiddet içeren olaylar arasındaki illiyet bağının ortaya koyulmadığı ifade edilmiştir. Yüksek Mahkemenin yargı organlarının kararlarında saptadığı eksiklikler veya yetersizliklerin bazıları şu şekildedir:
- “ ... yargı mercileri kararlarında mahkumiyet kararına esas alınan çok sayıda sosyal medya paylaşımından hangisinin doğrudan şiddeti teşvik eden ya da şiddete özendiren yahut cebir ve şiddet kullanarak hükumeti ortadan kaldırmaya teşebbüs etmeye yönelik ifadeler içerdiğini gösteren bir gerekçeye yer vermemiştir. Paylaşım ve açıklamaların şiddet içeren olaylarla olan illiyet bağı tartışılmamıştır.” (§ 49).
- “ ... Mahkemelerin yaptığı değerlendirmelerden tam olarak hangi sözlerin kışkırtıcı nitelikte olduğu anlaşılamadığı gibi bu paylaşım ve açıklamaların akabinde bunlarla bağlantı kurulabilir nitelikte nasıl bir şiddet olayının meydana geldiği ya da bunların somut olarak hangi şiddet olaylarına yol açtığı da anlaşılamamıştır.” (§ 49).
- “ ... ilk derece mahkemesi başvurucunun Gezi olaylarına ilişkin olarak toplumsal ve küresel düzeyde algı oluşturulması amacıyla film, belgesel ve video çekimlerini koordine ettiğini belirtmiş ancak hangi filmde hangi ifadelerle nasıl bir algı oluşturduğuna dair herhangi bir açıklama yapmamıştır.” (§ 49).
- “ ... şiddet olaylarının meydana gelmesinde başvurucuya yüklenen aktif rolün ne olduğu karardan anlaşılamamaktadır.” (§ 49).
- “ ... mahkumiyet hükmünün gerekçelerinden biri de başvurucunun ve sanıklardan bir kısmının Gezi Parkı olaylarının öncesinde bir plan ve organizasyon dahilinde hareket etmiş olmasıdır. Ancak Mahkemeyi bu şekilde düşünmeye iten bulgunun tam olarak ne olduğu karardan anlaşılamamaktadır.” (§ 54).
- “ ... başvurucu, esas numarasını da belirterek İstanbul 33. Asliye Ceza Mahkemesinde Gezi Parkı olaylarıyla ilgili olarak başka sanıkların yargılandığı bir davada Gezi eylemlerinin anayasal hak kapsamında değerlendirildiğini, ayrıca Taksim Dayanışmasının suç örgütü olduğuna dair herhangi bir delil bulunmadığı tespitlerine yer verildiğini ve bu kararın kesinleştiğini belirtmiştir. Somut olayda başvurucunun kendi davasında aynı konunun neden farklı yorumlandığına dair Mahkemelerce yeterli bir gerekçe de ortaya konulmamıştır.” (§ 56).
Görüldüğü üzere; AYM, yargı mercilerince yapılan değerlendirmelerin başvurunun suçluluğunu ortaya koyulması bakımından esaslı eksiklikler içerdiği kanaatindedir. AYM bunların dışında; Yargıtay kararında yer verilen tanık beyanlarının (sözkonusu beyanlar yalnızca başvurucunun Taksim Dayanışması içinde yer aldığına ve bu sıfatla basın açıklamaları yaptığına ilişkindir) mahkumiyet hükmüne nasıl etki ettiğinin açıklanmadığını (§ 53), Taksim Dayanışmasının sosyal medya hesaplarından yapılan paylaşımlardan hangisinin başvurucuyla bağlantılı olduğuna dair bir belirleme yapılmadığını (§ 51), başvurucunun, Gezi Parkı olaylarının devam ettirilmesi amacıyla Türkiye genelinde gerçekleştirildiği kabul edilen forum toplantılarından hangisine ne zaman katıldığı, bu toplantılarda ne tür kararlar alındığı, alınan kararların şiddet olayları üzerindeki etkisi ve bu forumların organizasyonu ile ortaya çıkan şiddet eylemleri arasında nasıl bir bağlantı bulunduğu hususlarına açıklık getirilmediğini belirtmiştir (§ 55).
AYM; silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkeleri kapsamında yaptığı değerlendirmede ise, Yargıtay’ın onama kararında atıf yapılan ancak gerekçeli mahkumiyet kararında yer verilmeyen iletişimin dinlenmesine ilişkin bazı kayıtlara dikkat çekmiş ve ilk kez kanun yolu aşamasında mahkumiyete esas alınan bu delillere karşı başvurucunun savunma yapma imkanından yoksun bırakıldığını, bu durumun “silahların eşitliği” ve “çelişmeli yargılama” ilkeleri ile bağdaşmadığını belirtmiştir (§ 52).
Sonuç olarak Yüksek Mahkeme, yukarıda aktarılan tespitlere dayanarak başvurucunun mahkumiyetiyle sonuçlanan yargılamanın bir bütün olarak hakkaniyete aykırı olduğunu kabul etmiş ve Anayasa m.36 ile güvence altına alınan adil/dürüst yargılanma hakkının ihlal edildiğine oyçokluğu ile karar vermiştir.
Karşıoy gerekçesi
Genel Kurul çoğunluğunun ulaştığı sonuca beş üye muhalif kalmıştır. Ortak bir karşıoy gerekçesi kaleme alan muhalif üyeler özetle; “silahların eşitliği” ve “çelişmeli yargılama” ilkeleri kapsamında tartışılan iletişimin dinlenmesine ilişkin kayıtların İlk Derece Mahkemesi yargılaması aşamasında dava dosyası içinde bulunduğunu, başvurucunun ve müdafinin bu delillere erişim ve itiraz etme imkanına sahip olduğunu, dolayısıyla bu delillerin ilk defa Yargıtay aşamasında ortaya çıkan ve kabul edilen delil olarak görülemeyeceğini, bunun dışında kalan ihlal iddialarının delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının yorumlanmasına ilişkin olduğunu, İlk Derece Mahkemesi ve Yargıtay kararlarının gerekçelerinde bariz takdir hatası veya açık keyfilik oluşturan bir hususun bulunmadığını, yargı organlarının iddia ve savunmalar ile tüm delilleri inceleyerek ve değerlendirerek karar verdiğini ve bu kararların gerekçesiz olmadığını ifade etmiştir.
Karara ilişkin değerlendirmemiz
AYM Genel Kurulunun Tayfun Kahraman kararı, Gezi Parkı olaylarına ilişkin bugüne kadar verilmiş en önemli kararlardan birisidir. Nitekim AYM; kamuoyunda “Gezi Davası” olarak bilinen ceza davasında, cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüse yardım etme suçundan 18 yıl hapis cezasına mahkum edilmiş başvurucunun, hakkaniyete uygun olarak yargılanmadığına; zira mahkumiyet kararlarında başvurucunun suç oluşturacak fillerinin açık bir biçimde ortaya koyulmadığına, başvurucuya isnat edilen fiiller ile şiddet eylemleri arasında illiyet bağı kurulmadığına karar vermiştir. Daha açık bir şekilde ifade etmek gerekirse; Taksim Dayanışması isimli platformda aktif bir rol üstlenmek, bu kapsamda Gezi Parkı eylemlerine destek çağrısında bulunmak, barışçıl toplantı ve gösteri yürüyüşleri organize etmek ve bunlara katılmak, kamu görevlilerini eleştirmek ve istifaya davet etmek gibi fiillerin bir bütün olarak hükümeti devirmeye yönelik bir plan kapsamında gerçekleştiği konusunda yargı organlarınca yapılan değerlendirme AYM tarafından açıkça yetersiz bulunmuştur.
AYM bu sonuca ulaşırken; doğal olarak, yargı mercilerinin yerine geçecek şekilde başvurucunun suçluluğu veya suçsuzluğu hakkında bir değerlendirme yapmamış, mahkumiyet kararlarının gerekçelerini titiz bir şekilde incelemekle yetinmiştir. Bu inceleme ise, gerekçeli karar hakkına ilişkin içtihat uyarınca gerçekleştirilmiştir. AYM’nin de belirttiği gibi; gerekçeli karar hakkının bir gereği olarak, “ ... Anayasa Mahkemesinin rolü yargı mercilerinin hangi delile dayanarak karar vermeleri gerektiğinin tespiti değilse de sonuca etkili iddia, savunma ve delillerin kararın gerekçesinde karşılanıp karşılanmadığı adil yargılanma hakkı çerçevesinde yapılacak incelemenin haricinde bırakılamaz. Dosyaya sunulan delillerle sanık hakkındaki tespitler arasında ne şekilde bağ kurulduğu mahkûmiyet kararından anlaşılmalıdır. Diğer bir ifadeyle eylemlerin sübutuna dayanak teşkil eden deliller açıkça ve eylemlerle ilişkilendirilerek açıklanmalıdır.” (§ 42).
Bu aşamada AYM’nin; gerekçeli karar hakkı kapsamında yaptığı değerlendirmelerin, delillere ilişkin değerlendirme niteliğinde olup olmadığı sorusunun gündeme gelmesi muhtemeldir. Karşıoy gerekçesinde, AYM’nin olağan kanun yollarında incelenmesi gereken konularda inceleme ve değerlendirme yapamayacağına; zira temyiz veya istinaf mercii olmadığına vurgu yapılmakta, mahkeme ve Yargıtay kararlarının gerekçelerinde bariz takdir hatası veya açık keyfilik oluşturan bir hususun bulunmadığı, ayrıca kararların gerekçeli olduğu ifade edilmektedir (§ 15 ve 18).
Gerçekten de AYM ve İHAM kararlarında sıklıkla vurgulandığı üzere; adil/dürüst yargılanma hakkı kapsamında, ilke olarak, mahkemeler önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile uyuşmazlık konusunda varılan sonucun adil olup olmaması bireysel başvuru konusu yapılamaz. Bunun istisnasını ise bariz takdir hatası veya açık keyfilik içeren tespit ve sonuçlar oluşturmaktadır. Belirtmeliyiz ki, mahkeme kararlarında bariz takdir hatası veya açık keyfilik tespit edilmesi oldukça ender rastlanan bir durumdur. O halde; mahkumiyete esas alınan deliller ile sanığın suçluluğu arasında açık ve somut bir bağ kurulmadığı durumlarda, bireysel başvurunun bariz takdir hatası veya açık keyfilik istisnası dışında bir çözüm sunmadığını mı kabul etmek gerekecektir? Gerekçeli karar hakkı işte bu boşluğu doldurmaktadır.
AYM ve İHAM kararlarında kabul edildiği şekliyle gerekçeli karar hakkı uyarınca, “Mahkeme kararlarının davanın temel maddi ve hukuki sorunları ile taraflarca ileri sürülen ve davanın sonucunu etkileyen iddia ve itirazlar hakkında delillerle bağ kurulmak suretiyle yeterli gerekçe içermesi zorunludur.” Bu, “yargılamanın adil yargılanma hakkı güvencelerine uygun şekilde yürütülüp yürütülmediğinin taraflarca öğrenilmesini sağladığı gibi ayrıca demokratik bir toplumda kendi adlarına verilen yargı kararlarının sebeplerini toplumun öğrenmesinin sağlanması için de gereklidir.” (§ 43). Deliller ile kişinin suçluluğu arasında somut bir bağ kurulmadan verilen mahkumiyet kararlarının hakkaniyete uygun olup olmadığı veya keyfilik içerip içermediği denetlenmeden, yargılamanın adil/dürüst bir şekilde yürütülüp yürütülmediğini tespit etmek kanaatimizce mümkün değildir. Buna karşın AYM; her ne kadar somut başvuruda tespit ettiği ihlallerin adil/dürüst yargılanma hakkı kapsamında kalan “usule ilişkin güvencelere” ilişkin olduğunu belirtmişse de (§ 57), gerekçeli karar hakkı sözkonusu olduğunda, “usul” ile “esas” arasındaki ayırımın her zaman için açık olmadığını belirtmek gerekmektedir. Mahkumiyete esas alınan deliller ile yargılamanın sonucu arasında bir bağ kurulup kurulmadığını tespit etmek için, delillerin nelerden ibaret olduğunun ve sanığın eylemleri ile nasıl ilişkilendirildiğinin incelenmesi zaruridir. Bu zaruret, kaçınılmaz olarak mahkemelerin delillere ilişkin değerlendirmelerinin AYM tarafından denetlenmesini gerektirmektedir. Bizce AYM, delillere ilişkin kendi değerlendirmesini yapmaktan kaçındığı ve mahkeme kararlarının gerekçelerini incelemekle yetindiği sürece bireysel başvuru yolunun kendisine tanıdığı yetki dahilinde kalmış olacaktır. Bunun aksini kabul etmek, gerekçeli karar hakkının gereklerini şekli anlamda bir gerekçenin varlığı ile sınırlı tutmak anlamına gelecektir.
Kanaatimizce; AYM’nin, deliller ile yargılamanın sonucu arasında bir bağ kurulup kurulmadığını, hakkaniyete uygun yargılanma hakkı yerine başvurucu tarafından ileri sürülen diğer hak veya güvenceler kapsamında denetlemesi bu tür tartışmaların yaşanmasını engelleyecek bir yol olarak dikkate alınmalıdır. Nitekim kanun yolunda gözetilmesi gereken hususların bireysel başvurunun konusu olamayacağı kuralı, sadece adil/dürüst yargılanma hakkı kapsamında ileri sürülen ihlal iddiaları bakımından geçerlidir. AYM’nin de ifade ettiği üzere, “Anayasa’da öngörülen güvenceler dikkate alınarak bireysel başvuru kapsamındaki temel hak ve özgürlüklerin ihlal edilip edilmediğine ilişkin herhangi bir inceleme kanun yolunda gözetilmesi gereken hususun incelenmesi olarak nitelendirilemez” (§ 41). Örneğin; ifade hürriyetinin veya toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının ihlal edildiği yönünde bir iddia olduğunda, AYM’nin, mahkemelerin takdir ve değerlendirmelerinin Anayasada yer alan güvencelere etkisini değerlendirmeye yetkili olduğu konusunda şüphe bulunmamaktadır. Böyle bir durumda AYM’nin, somut vakayı tüm yönleriyle incelemesinin, delillere ilişkin değerlendirme yapmasının, yargılamanın sonucunun bir hakkı ihlal edip etmediğini tespit etmesinin, bir ceza verilmişse ceza miktarının orantılı olup olmadığı ve dahası mahkeme kararlarının “ilgili ve yeterli gerekçe” içerip içermediği konusunda yorum ve değerlendirme yapmasının önünde hiçbir engel bulunmamaktadır. “Suçta ve cezada kanunilik” ilkesinin ihlal edildiği yönünde bir iddia karşısında AYM’nin, hukuk kurallarının mahkemeler tarafından yorumlanış biçimini denetlemesi, uygulanan ceza normunun kapsamının genişletici bir yoruma tabi tutulup tutulmadığını, mahkemelerin yorum ve değerlendirmelerinin öngörülebilir olup olmadığını inceleme konusu yapması elbette mümkündür.
Somut vakada başvurucu tarafından; adil/dürüst yargılanma hakkının yanında, ifade özgürlüğü ile toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının, ayrıca “suçta ve cezada kanunilik” ilkesinin ihlal edildiğinin ileri sürüldüğü görülmektedir. AYM, münhasıran hakkaniyete uygun yargılama hakkı kapsamında inceleme yapmayı tercih etmiştir. Somut olayda; başvurucunun mahkumiyetine esas alınan delillerin neredeyse tamamının çeşitli tarihlerde yaptığı açıklamalar ve sosyal medya paylaşımları ile katıldığı toplantılar/gösteriler olduğu dikkate alındığında, ifade hürriyeti ile toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı kapsamında ayrı bir inceleme yapılması gerekli görülebilirdi. Başvurunun bu yönlerden incelenmesi, İHAM’ın benzer başvurulardaki yaklaşımı ile uyumlu olabilirdi. Bu durumda; “kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlar” tartışması yaşanmayacağı gibi, muhtemel bir ihlal tespitinin sonuçları daha somut biçimde ortaya çıkabilirdi.
Kararın “giderim” kısmında AYM; tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar ve zorunluluk bulunduğunu, bununla birlikte yeniden yapılacak yargılamada “delillerin dava ile ilişkisini kurma, bunları değerlendirip sonuç çıkarma ve bu sonuca dayalı olarak beraate ve mahkumiyete karar verme” yetkisinin ilgili mahkemelere ait olduğunu belirtmiştir (§ 60-61). İhlal tespiti, hakkaniyete uygun yargılanma hakkına ilişkin olduğundan AYM’nin bu açıklamayı yapması doğaldır. Bununla birlikte; ihlal tespitinin gerekçeleri dikkate alındığında, mahkemelerin delillere ilişkin aynı değerlendirmelerle aynı sonuca ulaşmalarının AYM’nin tespit ettiği hak ihlalinin sonuçlarını ortadan kaldırmayacağı açıktır.
Esasen AYM; burada doğru bir tespitte bulunmuş, mahkemeler arası yetki ihtilafının önüne geçmek, delilleri takdir ve değerlendirme yetkisinin ilgili mahkemelerde olduğunu hatırlatarak, kendisinin sadece hakkaniyete uygun yargılanma hakkı bakımından inceleme yaptığını ortaya koymuştur. Böylece AYM; Yargıtay ve derece mahkemeleri tarafından kendisine yöneltilen “süper temyiz mahkemesi” olmadığını, ancak görev ve yetkilerinin nelerden ibaret olduğunu, bu kapsamda başvurucunun dürüst yargılanma hakkını ihlal eden bariz takdir hatası veya açık keyfilik tespitinde bulunabileceğini, bunun da yargı yetkisini aşım veya başka mahkemenin yargılama yetkisini müdahale olarak kabul edilemeyeceğini, başvurucunun dürüst yargılanma hakkının da kendisinin ihlal denetimi kapsamında olduğunu göstermiştir. AYM’nin bu ihlal kararından sonra ilgili mahkemece yeniden yargılama yolu açılmalı, tespit edilen ihlal giderilmelidir. Ancak bu yargılama sırasında, ihlali gideren mahkeme delillerin takdiri ve değerlendirmesi ile vereceği kararda bağlı olduğu hukuk kuralları çerçevesinde serbesttir. AYM de, gerek kendi yetkisi ve gerekse de diğer mahkemenin yetkileri ile ilgili bu hususa işaret etmiştir.


