Prof. Dr. Ersan Şen
Alperen Gözükan
Depremlerde Yıkılan Binalardan Doğan Ceza Sorumluluğu
10.02.2023 / Prof. Dr. Ersan Şen, Av. Alperen Gözükan
06.02.2023 tarihinde, saat 04:17’de merkezi Kahramanmaraş ili Pazarcık ilçesi olan 7.7 büyüklüğünde depremle aynı gün saat 13:24’de merkezi Kahramanmaraş ili Elbistan ilçesi olan 7.6 büyüklüğünde deprem ve bu depremlerin ardından artçı depremler meydana gelmiş olup (Bu yazıyı kaleme aldığımız an itibariyle 1.509 deprem), deprem tehlikesi halen devam etmektedir. Kahramanmaraş, Gaziantep, Şanlıurfa, Diyarbakır, Adana, Adıyaman, Osmaniye, Hatay, Kilis, Malatya ve Elazığ illerimiz depremden birinci derece etkilenen illerimiz olup, bu şehirlerde binalar yıkılmış ve vatandaşlarımız hayatını kaybetmiştir. Cumhurbaşkanımız; 10 ilimizi kapsayacak şekilde Anayasa m.119’da yer alan yetkisini kullanarak, tabii afet nedeniyle 07.02.2023 tarihinde olağanüstü hal ilan etmiş, bu karar aynı gün Resmi Gazete’de yayımlanmış ve Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından 09.02.2023 tarihinde onaylanmıştır.
Bu yazıyı kaleme alırken depremin üzerinden beş gün geçmiş, arama kurtarma çalışmaları devam etmekte, Türkiye Cumhuriyeti’nin dört bir yanından depremzede vatandaşlarımıza, kardeşlerimize, yavrularımıza yardım kampanyaları düzenlenmekte, Necip Milletimiz bir kez daha birlik ve beraberlik ruhunu ortaya koymaktadır.
Acımızın ve kaybımızın tarifi bulunmamaktadır. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde böyle bir yıkımla ilk defa karşılaşmaktadır. En güncel bilgiye göre; deprem sebebiyle 18.991 kişi hayatını kaybetmiş, 75.523 kişi de yaralanmış, son tespitlere göre toplam 6.444 bina yıkılmıştır. Bu sayılar, yaşanan yıkımın ne kadar dehşetli olduğunu bizlere göstermektedir. Depremin yol açtığı ölüm ve yıkım sayısı ile ağırlığının artma ihtimali varlığını korumaktadır.
Deprem; Ülkemizde sıkça karşılaşılan ve acılarıyla sürekli yüzleştiğimiz bir doğal afet olup, yıllardır depremin yıkıcı neticelerinin önlenmesi için yapılması gerekenler konusunda, çeşitli platformlarda uyarılar yapılmakta, alınması gereken önlemler, yapılması gereken çalışmalar belirtilmekte, ancak görünen o ki, bu uyarılar bir kulaktan girip ötekinden çıkmakta, vatandaşların can güvenlikleri hiçe sayılmakta, en temel hak olan yaşama hakkı ihlal edilmekte, bu tür ihmallerle, rant uğruna, kazanç uğruna nice canlar kaybedilmektedir.
Alınması gereken tedbirlerin alınmadığı, kalitesiz veya eksik malzemelerle denetim yapılmaksızın binaların inşa edildiği, imar planlarının deprem riskine uygun olarak düzenlenmediği, deprem yönetmeliğinin her bölge koşulları bakımından kapsayıcı ve yeterli olamadığı, fay hatlarına yakın yerlerde denetimsiz ve düzensiz şekilde şehirleşmeye imkan sağlandığı, imar barışı adı altında kayıtsız (kaçak) yapıların, yine denetimi sağlanmadan, Devletin vatandaşla helalleşiyor şeklinde süslü püslü sözlerle şirin gösterilerek, hukuka uygun hale getirilmeye çalışıldığı, ancak, asıl olarak hukuka uygun olarak gerekli izin ve denetimi yaparak bina inşa eden vatandaşla helalleşmek gerektiği unutularak, oy ve menfaat uğruna doğanın, çevrenin, şehir planlamasının, nüfus dağılımının dengesizleşmesine, bozulmasına yol açıldığı aşamada; kimse depremin öngörülemeyen ve önlenmeyen bir afet olduğunu söylemesinin, yaşananların kadercilik anlayışı ile açıklanmasının hiçbir anlamı ve kabul edebilir bir yanı yoktur. Kaldı ki, yapı kayıt belgesi adı altında bir bedel ödenerek yapıldığı söylenen helalleşme, elbette yapı sahibinin ve müteahhittin ceza sorumluluğunu ortadan kaldırmamaktadır. Bedel ödenmek suretiyle kaçak yapılarla ilgili alınan yapı kayıt belgesi; yapı sahibine yapıyı kullanma ve kullandırma hakkı tanımakla birlikte, binanın çökmesi sebebi ile meydana gelebilecek ölüm ve yaralanmalarda sorumluluğu ortadan kaldıran bir hukuka uygunluk nedeni değildir. 3194 sayılı İmar Kanunu geçici m.16’da; yapı kayıt belgesinin, yapının yeniden yapılmasına veya kentsel dönüşüm uygulanmasına kadar geçerli olacağına, bu süreçte yapının dayanıklılığı ile ilgili tüm sorumluluğunun yapı sahibine ait olacağı ifade edilmiştir. Görüleceği üzere, yapı kayıt belgesi malikin ve o binayı inşa edenin sorumluluğunu bertaraf etmemektedir.
Depremde hayatını kaybeden insanların çoğu hatalı ve denetimsiz binaların üzerlerine yıkılması ile can verirken; çarpık kentleşmeden dolayı, yıkılan binaların molozlarının yollara düşmesiyle deprem mağdurlarına yardım götürülemezken, depremin beşinci gününde hala ulaşılmayan yerler olduğu söylenirken, kimse kader kavramının arkasına sığınamaz. Fay hatları üzerinde bulunan deprem bu Ülkenin bir gerçeği olmakla beraber, buna rağmen gerçekleşen kötü yapılaşma, denetimsizliğin, tedbirsizliğin, umursamazlığın, çıkarcılığın bir sonucudur ve her bir sorumlu adalet önünde hesap vermelidir.
Bu kadar ağır neticeleri olan ihmal ve kusurdan kimsenin sorumlu olmayacağını düşünmek ve kabul etmek, hiçbir akla ve vicdana sığmaz. Bu zamana kadar alışagelen, bir şeylerin olabileceğine dair ümitlerin kesildiği bir konu ise; inşaat şirketlerinin, müteahhitlerin, belediyelerin, denetim firmalarının, yerel yöneticilerin, binaların bu kadar kolay tuz buz olmasında rolü olan her bir bireyin hiçbir şeyden sorumlu olmayacağı, “nasıl olsa bu kişilerin bir şekilde kurtulacağı”, başa gelenin çekilmekle yitirileceği, hayatını kaybeden kişilerin göz göre göre ölüme sürüklenmesinin cezasız kalacağı, yapanın yanında kar kalacağı anlayışıdır. Bu anlayışın sonuna kadar karşısında duracağız. Bu ihmallere göz yuman, yıkımda en ufak rolü olan her kişinin, yaptığı yanına kalmayacak, suçlu olanlar tespit edilecek, her kim kusurlu ise karşılığını bulacak, güçlü güçsüzü ezmeyecek, karar alma yetkisi olmayan kişiler günah keçisi ilan edilemeyecektir. Yıkılan her bir binanın yıkılmasına sebep olan durum; tek tek, çekinmeden, üşenmeden, vazgeçmeden çalışılarak, emek verilerek, hayatını kaybeden canlarımıza son borcumuzu yerine getirdiğimiz olan inançla ve ruhla çaba sarf edip tespit edilerek, deliller karartılmadan ve kaybedilmeden toplanarak, bu yıkıma sebep olan faktörleri belirleyerek, yıkımdan sorumlu olan kişi, kurum ve kuruluşların, bağımsız ve tarafsız, kudretini ve yetkisini yüce Türk Milleti’nden alan Türkiye Cumhuriyeti mahkemeleri ve Cumhuriyet başsavcılıkları nezdinde hesap vermelerini, yargılanmalarını sağlamamız gerekmektedir.
İhmali ve kusuru bulunan kişilerin sorumlu tutulabilmeleri ve delillerin kaybolmaması için, yıkılan binaların enkazları kaldırılmadan Cumhuriyet savcıları tarafından veya delil tespiti yoluyla, kolon ve kirişlerden örnekler alınarak, tüm deliller ve bulgular toplanmalıdır (Ceza Muhakemesi Kanunu m.160).
Bu uğurda çalışacak sayısız hukukçumuz, barolarımız olduğunu biliyoruz ve herkesi göreve davet ediyoruz. Amaç maddi hakikate ve adalete ulaşmak olup, günah keçisi bulmak suretiyle suçsuzu veya bir kısım suçluyu cezalandırmak, fakat diğer sorumluları gözardı etmek olmamalıdır. Bizde alışılmışlık ve algı; olan ölenin olur, suç işleyenin yanına kar kalır, unutulur, af çıkar, maddi bedelini öder, kader denir, helalleşme denir, biraz zaman geçtikten sonra herkes yoluna bakar olsa da, bunu kırmanın yolu yargı mensubundan, adaletten ve adaleti bekleyen toplumdan geçer. Toplumsal inanç ve talep olmadan, söyleyenler gök kubbede hoş bir sada, kağıtta güzel sözler olarak kalmaya mahkumdur. Bu makus talih yenilmeli, adalet yerini bulmalıdır.
- Depremlerde Meydana Gelen Ölüm Neticelerinden Sorumluluk
Ceza Hukukunda iki prensip öne geçer; birisi suçta ve cezada kanunilik ve diğeri de ceza sorumluluğunun şahsiliğidir. Ceza sorumluluğunun doğabilmesi için kusur esastır. Asıl sübjektif kusur kast, istisnası ise kanun koyucu tarafından gösterildiği sürece taksirdir. Ceza Hukuku kusursuz, yani objektif sorumluluğu kabul etmez. Ceza sorumluluğunun doğabilmesi için, tereddütsüz bir şekilde kast veya taksir derecesinde sübjektif sorumluluk fail bakımından oluştuğunun, hareket ve neticeden oluşan, aralarında illiyet bağı kurulmuş suça konu fiilden sorumlu tutulanın tespiti gerekir.
Kusurluluğu ve ceza sorumluluğunu kaldıran hal olmadığı sürece, fail bakımından taksirin ve kastın dereceleri gözönünde bulundurularak, ceza sorumluluğunun tespiti yoluna gidilmelidir.
Bu kısa açıklama sonrasında burada; depreme dayanaklı olmayan, deprem yönetmeliğine aykırı yapı inşa edilmesinde, yıkılan binaların altında kalarak insanların hayatını kaybettiği durumda, ölüm neticeleri bakımından ceza sorumluluğunun ne şekilde belirleneceği değerlendirilecektir. Olası kast, bilinçli taksir konularında daha önceki yazılarımızda detaylı şekilde değerlendirme yaptığımızdan, bu yazımızda teorik bilgilere yer verilmeden, ihtimaller üzerinden değerlendirme yapılacaktır.
Binaların deprem sebebiyle yıkılması durumunda, nedensellik bağının ve objektif isnadiyetin bulunmadığına dair iddia ve savunmalara itibar edilemez. Yapı veya bina mevzuata uygun şekilde yapılsa idi depremde yıkılmayacağının söylenebildiği aşamada, nedensellik bağının bulunduğundan bahsedilecektir. Ayrıca; objektif isnadiyet bakımından şu tespit yapılmalıdır: Binanın yıkılması depremden mi ileri gelmektedir. Yoksa, yıkımın sebebi imar ve inşa sürecindeki eksiklikler, hata ve kusurlar mıdır? Bu soruya verilecek cevabın, imar ve inşa sürecindeki eksiklikler, hata ve kusurların yıkıma sebep olduğu noktasında toplandığında, objektif isnadiyetin bulunduğu belirtilmelidir. Bu durumda deprem, nedensellik bağını ortadan kaldırmayacak ve objektif isnat edilemezliği gündeme getirmeyecektir.
Müteahhidin veya inşaat şirketlerinin sorumluluğu bakımından; Yapının inşa edilme sürecinde, ilk olarak, 1/5000 ve 1/1000 imar planlarında hangi bölgeye konut, işyeri, ticari, arsa şeklinde tahsis yapıldığı belirlenmektedir. Bir bina inşası için o yerin imar planında konut olarak tahsisi zorunludur. İmar planı hazırlanırken, bölgenin coğrafik durumu dikkate alınmalı, özellikle Kahramanmaraş’ta olduğu gibi deprem bölgesinde bulunan yerleşim yerlerinde, konut olarak tahsis edilecek yerler özenle seçilmelidir. Bir müteahhidin, imar planında yer alan tahsise uygun şekilde bina inşa edebilmesi için, deprem ve yapı mevzuatına bağlı olarak hareket etmesi gerekmektedir. Bu mevzuatta yapının şekli, yüksekliği, civarda yer alan bina veya tesislere yakınlığı, kullanılacak malzeme gibi detaylı bilgiler yer almaktadır.
Müteahhit mevzuata aykırı şekilde bina inşa ettiğinde (kullanılması gereken demir veya kaliteli betondan daha az veya daha kalitesiz malzeme kullanması gibi), olası bir deprem afetinin yaşanması durumunda, binanın yıkılmasını, bu şekilde içinde yer alan kişilerin hayatlarını kaybedebileceğini öngörebilmektedir. Ülkemiz koşullarında iki büyük fay hattının bulunduğu, fay hattı üzerinde veya bu fay hattında yaşanan depremlerden etkilenecek yakınlıkta bulunan şehirlerde depremin yaşanmasının, müteahhitlerin veya denetim yetkisini haiz olan kişiler bakımından öngörülebilir olmadığını söylemek mümkün değildir. Kaldı ki; Ülkemizde sık sık deprem yaşanmakta olduğundan, deprem gündemi hiçbir zaman sıcaklığını kaybetmemektedir. Bu halde öngörülebilir neticeden bahsettiğimizden, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı şekilde davranarak, öngörülebilir bir neticenin öngörülememesi anlamına gelen basit/adi taksirden söz edilemeyecektir.
Müteahhidin binayı inşa ederken, konutun içinde yaşayan kişilerin öleceklerini bilmesi ve istemesi de çok istisnai bir durum olacaktır ki, bu tür olaylarda doğrudan kastla sorumluluğun doğması pek mümkün görünmemektedir.
Müteahhidin deprem mevzuatına aykırı şekilde inşa ettiği (eksik malzeme veya kalitesiz malzeme ile inşa ettiği, profesyonel olmayan işin erbabı olmayan kişileri işçi olarak çalıştırdığı) binanın, ilk depremde çökmesi durumunda, deprem bölgesi veya deprem bölgesine yakın bir yerde inşa edilen yapılarda, bu mevzuata aykırılığa rağmen, binanın inşasının tamamlandığı, satışa çıkarıldığı, hatta ilanlarda deprem mevzuatına uygun şekilde inşa edildiğinin söylendiği ihtimalde, müteahhidin, binanın içinde yer alan kişilerin hayatını kaybetmesi neticesi bakımından kayıtsız kaldığı, deprem meselesinin teknik bir mesele olduğu gözetildiğinde, depremde binanın yıkılmayacağına dair güveninin soyut ve şanstan ibaret olduğu, dolayısıyla sırf yüksek kazanç düşük maliyet uğruna, olursa olsun motivasyonu ile hareket edildiği, müteahhidin nasıl olsa deprem olmaz şeklindeki yaklaşımının jeofizik gibi bilim dallarının gerçekliği karşısında kabul edilebilir olamayacağı, neticenin gerçekleşmesini istemeyen müteahhidin mevzuata aykırı yapı yapmaması gerektiği, sonuç olarak müteahhidin olası kast ile insan öldürme suçundan sorumlu olabileceği, bilinçli taksirin kabul edilmeyeceği söylenebilir.
Binanın yıkılmasına neden olacak derecede olmayan, yapının sağlamlığı ve dayanıklığı ile ilgisi bulunmayan mevzuata aykırılıklarda ve müteahhidin takdir yetkisine bırakılan hususlarda, bu mevzuata aykırılık veya inşaatın bu tür yetkinin kullanılması ile yapılan kısmında meydana gelen zararlar neticesinde insanların hayatını kaybetmesinde müteahhidin olursa olsun motivasyonu ile hareket ettiğinin kabul edilemeyeceği, ölüm neticesinin gerçekleşmesini öngöremediği noktada basit/adi taksirin gündeme geleceği (örneğin; artan kısmı çatıda bırakılan, çatının yapımında kullanılan kiremitlerin veya binanın yapımında kullanılan tuğlaların deprem anında aşırı sallantıdan yere düşmesi sonucunda oradan tesadüfen geçen kişinin üzerine düşmesi), bu mevzuata aykırılığın da deprem yaşanması halinde yaralanmalara veya ölüme neden olabileceği öngörülebilir nitelikte ise, bu neticenin gerçekleşmeyeceğine duyduğu güvenle hareket ettiğinin kabulü halinde bilinçli taksirle sorumluluğun doğacağı söylenebilir (örneğin, binanın bahçeye bakan dış kısmında binaya bitişik olarak yapılan sundurmanın, deprem anında tesadüfen oradan geçen kişinin üzerine düşmesi).
Binanın ilk deprem değil de birden fazla deprem sonucunda yıkıldığı ihtimalde, tek başına mücbir sebep ceza sorumluluğunu ortadan kaldırmayacaktır. Bu gibi durumlarda, yıkılmaya sebebiyet veren unsurlar tahlil edilerek, binanın inşasına dair sorunların tespit edildiği noktada, müteahhidin sorumluluğuna gidilecektir. Ancak belirtmeliyiz ki; birden fazla deprem geçiren binanın yıkılması ile içinde yer alan kişilerin vefat etmesi durumunda, müteahhidin ölüm neticeleri bakımından kayıtsız kaldığı, olursa olsun dediğini kabul etmek zordur.
Failin adi/basit taksirinden sorumlu olabilmesi için, neticeyi öngörememesi gerekir ve bu öngörememe durumu; failin tedbirsizliği, dikkatsizliği, özensizliği, meslek ve sanatta acemiliği, kurallara riayetsizliğinden kaynaklanmaktadır. Kanaatimizce, mevzuata aykırı bir yapının deprem riski taşıdığını bilen ve bilmesi gereken bir müteahhidin, ölüm neticelerini öngörememesi kabul edilemez. Sadece bir ihtimal, eğer İç Anadolu Bölgesi’nde olduğu gibi deprem riskinin az olduğu bölgemizde, o bölgenin deprem mevzuatına uygun şekilde yapılmayan binanın, yüzyılda bir gerçekleşecek deprem sonucunda yıkılması halinde, failin bu neticeyi öngörebileceği, ancak tedbirsizliği, meslek ve sanatta acemiliği, kurallara riayetsizliğinden öngöremediği ve bu sebeple basit/adi taksirden sorumlu olacağı düşünülebilir. Zaten faile ve üçüncü kişilere göre öngörülmeyen bir netice varsa adi taksirden de bahsetmek mümkün değildir.
Arsa sahibi yönünden; müteahhidin yukarıda yer verdiğimiz ihmallerini arsa sahibi ile birlikte kararlaştırdığı veya inşaatta kullanılacak malzemenin arsa sahibi tarafından karşılandığı durumda, sorumluluk silsilesine arsa sahibi de dahil olacaktır. Bu halde; olası kast bakımından Türk Ceza Kanunu m.37/1’e göre müşterek failliği dikkate almak gerekir, çünkü birden fazla fail suçun icra hareketleri üzerinde fonksiyonel ve ortak hakimiyet kurduklarında, depremde yıkılan binanın inşası ve kullanımında sözkonusu olan hukuka aykırılıklara beraber katkı sunduklarında, kayıtsız kaldıkları ve olursa olsun dedikleri durumda her ne kadar taksir derecesinde kusurda her bir fail kendi kusurlu hareketinde sorumlu olsa da, suçun sonucuna dayalı açık istek olmasa bile, hareketi bilerek ve isteyerek yapan failin neticeye dair kabullenmesi ile öne çıkan olası kast derecesinde sübjektif kusurda icra hareketlerine sağlanan katkı bakımından müşterek fail derecesinde görülecek ve TCK m.37 uyarınca ceza sorumluluğu yüklenecektir.
Denetim firmasının sorumluluğu bakımından; denetimin eksik yapıldığı veya hiç yapılmadığı, binanın sadece dışına bakılarak inceleme yapıldığı durumlarda, denetim firmasının denetlenen binadaki aksaklıkları ve mevzuata aykırılıkları tespit etmek yükümlülüğünde olması sebebiyle, binanın yıkılması durumunda, bu eksiklikleri, aykırılıkları ben yapmadım şeklindeki savunmasına katılmak mümkün olmayacaktır. Bu durumda, denetimi yapan firmanın, binayı yapan müteahhit ile birlikte, deprem mevzuatına uygun olmayan bir binanın yıkılabileceği riskini göze aldıkları, birlikte göğüsledikleri söylenebilecektir. Bu denetimin yapılmamasıyla, depreme dayanıklı olmayan bir binanın iskana açılması ihtimalini gözardı edilmiş olur. Denetim firmasının mevzuata aykırılıkları bilmesine rağmen, haksız kazanç gibi hukuka aykırı yöntemlerle, binanın mevzuata uygun olduğuna dair rapor vermesi durumunda, artık olursa olsun motivasyonuyla hareket ettiği, binanın yıkılmasına kayıtsız kaldığı, dolayısıyla olası kast ile hareket ettiği söylenebilecektir.
Belediyelerin sorumluluğu bakımından; denetim firmasının raporu ile sınırlı şekilde inceleme yapan ve yapı ruhsatı veren belediyenin, yapının deprem mevzuatına uygun olmadığını öngörebilmesi mümkün olmadığından, herhangi bir ceza sorumluluğu gündeme gelmeyeceği düşünülebilirse de, imar planını deprem bölgelerine uygun şekilde hazırlamayan, gerekli ekibi ve çalışma ortamını hazırlamayan, deprem bölgelerinde çarpık kentleşmeye, yüksek binaların inşasına izin veren, uzmanların uyarı ve tavsiyelerini dikkate almayan belediyenin karar organlarının ceza sorumluluğu gündeme gelecektir. Bu sorumluluğun, ölüm neticeleri bakımından kayıtsız kalınarak hareket edildiğini söylemenin zor olduğu gözetildiğinde, bilinçli taksirin varlığı belirtilebilir.
İmar affı bakımından; imar mevzuatına aykırı şekilde yapılan binaların, daha sonra devlet tarafından hukuki zemine kavuşturulmasını amaçlayan imar barışının kapsamında, asgari güvenlik koşulları taşımayan ve can güvenliği bakımından yapı standartlarına aykırı olan binalara yapı kayıt belgesi veren kişi ve kurumlar bakımından ceza sorumluluğu gündeme gelebilir. 3194 sayılı İmar Kanunu’nun geçici 16. maddesinde düzenlenen imar affından yararlanmanın tek şartı, yapının 31.12.2017 tarihinden önceden yapılmış, başvurunun 31.10.2018 tarihinden önce başvurulması ve 31.12.2018 tarihinde önce kayıt bedelinin ödenmesi olmamalıdır. Kayıt dışı bina ancak güvenli kullanım standardına uygun olması koşuluyla kayıt altına alınıp iskan izni verilmelidir.
Yapı kayıt belgesi verilen yapılar hakkında verilen yıkım kararları ve tahsil edilmeyen idari para cezaları iptal edilmekte, yapının depreme dayanaklılığı malikin sorumluluğuna bırakılmaktadır. Oysa, idarenin, kendi vatandaşlarını koruma, vatandaşlarının yaşam hakkını gözetme yükümlülüğü bulunmaktadır. Kocaeli ili, Diliskelesi ilçesine bağlı Tavşancıl mahallesinde, vatandaşların zorlamalarına, karşı çıkmalarına rağmen, o dönemin Tavşancıl Belediye Başkanı sayın Salih Gün tarafından kararlılıkla uygulanan, Beldenin zeminine ve mimari yapısına uygun imar planının, 17.08.1999’da gerçekleşen Gölcük depreminde insan hayatı ve binalar bakımından ne kadar olumlu etkisinin olduğu unutulmamalıdır[1]. Dolayısıyla; vatandaşın hayatını riske atan imar affı uygulamasının, yapılacaksa bile depreme uygunluk şartının sağlanarak tatbik edilmesi gerekir. Aksi takdirde; deprem tehlikesi altında bulunan bölgede, denetim ve inceleme yapılmadan, yapıların kullanılmasına izin verilmesi halinde, bu izni veren idarenin sorumlu olacağı, kanunu tatbik etmekle yükümlü olan memurun sorumluluğundan bahsedilemeyeceği, her ne kadar kanunda depreme dayanıklılık bakımından yapı malikine sorumluluk yüklense de, bu sorumluluğun ceza sorumluluğu bakımından sonuç doğurmadığı belirtilmelidir.
Bununla birlikte; tüm tedbirlerin alındığı, imar planına ve deprem mevzuatına uyun olarak inşa edilen yapının, deprem sebebiyle yıkılarak insanların hayatını kaybetmesi durumunda, doğal afet dışında, ölüm neticelerine sebep veren bir unsurun bulunmadığı, dolayısıyla ceza sorumluluğunu doğuracak bir fiilden bahsedilemeyeceği ve neticenin faillere objektif olarak isnat edilemeyeceğinden ceza sorumluluğu gündeme gelmeyecektir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu tarafından belirlenen kriterler doğrultusunda; olası kast ile bilinçli taksiri ayıracak kriterleri şu şekilde özetlemek mümkündür[2]
- Fail; fiilinin iyi şekilde sonuçlanacağına (ölüm neticesinin gerçekleşmeyeceğine) dair hiçbir somut veri olmamasına ve tehlikeliliğine rağmen, eylemi gerçekleştiriyorsa veya öngördüğü tehlikenin gerçekleşmesini veya gerçekleşmemesini tesadüfe bırakıyorsa kabullenme vardır. Bu durumda olası kast gündeme gelmektedir.
- Ölümcül bir neticenin ortaya çıkmayacağına dair güven, hareket sonucu öngörülen süreçte, ölüm neticesinin ortaya çıkmasının akla yatkın olması, ölümün gerçekleşmemesinin mucizelere kalması halinde; bir başka deyişle ölüm neticesine yönelik ihtimalin derecesi arttıkça, failin ölüm neticesini kabullenmediğine dair iddiasına itibar edilmeyecektir.
- Failin, neticenin meydana gelebileceğini düşündüğü ve öngördüğü, bu neticenin gerçekleşme imkan ve ihtimalinin varlığı karşısında hareketinden vazgeçmemekte ise olası kastının var olduğu kabul edilmelidir. Buna karşılık neticenin meydana gelme ihtimaline karşılık fail hareketini yapmayacaktı diyebileceğimiz hallerde, fail olası kastla değil bilinçli taksirle hareket etmiştir diyebiliriz.
Yukarıda yer verilen açıklamalar doğrultusunda; deprem mevzuatına aykırı şekilde inşa edilen yapının, bu yapıyı çıkar amacıyla eksik veya hiç denetim yapmayan denetleme firmasının, yaşanan bölgeye uymayan, sadece çıkar ve rant uğruna imar planı hazırlayan belediye karar organlarının, deprem bölgesinde bulunan şehirde bir depremin gerçekleşmesi durumunda; ölüm neticelerinin gerçekleşmeyeceği tesadüfe ve mucizeye bırakıldığı, ölüm neticesinin gerçekleşmeyeceğine dair hiçbir somut veri ve akla uygun olmadığı, hareketine kayıtsız kalarak devam ettiği söyleneceğinden, faillerin olası kastla hareket ettiğinin belirtilmesi gerekir.
Sonuç olarak; ceza sorumluluğunun tespitinde failin hangi manevi unsur türü ile hareket ettiğinin kesin olarak belirlenebilmesi için somut olayın tüm şartlarını değerlendirmek gerekir. Deprem sebebiyle binanın yıkılarak içinde yer alan kişilerin hayatını kaybettiği olaylarda; binanın imar planına ve imar ile deprem mevzuatına uygun şekilde yapılıp yapılmadığı, binanın ne zaman inşa edildiği, yapı denetim tutanağında hangi tespitlerin yapıldığı, binadan geri kalan molozlardan, binanın inşa edildiği zaman uygulanan deprem ve yapı mevzuatına uygun olup olmadığının incelenmesi, binanın yaşı, daha önce deprem görüp görmediği, binanın bulunduğu bölgede deprem olma sıklığı gibi hususların değerlendirilerek sonuca varılması gerekmektedir.
- Değerlendirmemiz
Yukarıda yer verdiğimiz görüntülerden de anlaşıldığı üzere, Kahramanmaraş ilimizde gerçekleşen 7.7 büyüklüğündeki deprem ile, ardından meydana gelen ve birisi de 7.4 büyüklüğünde ayrı bir deprem olan farklı büyüklükteki depremler Doğu Anadolu Fay Hattı üzerinde meydana gelmiştir.
Depremin yıkıcı etkileri de gözönüne alındığında; deprem hattı üzerinde bulunan bir şehirde, çarpık kentleşmeye göz yumulduğu, yeni binaların dahi yıkıldığı bilgisi doğrultusunda, yapıların deprem bölgesine uygun şekilde inşa edilmediği, yapılan uyarılara ve tavsiyelere uygun hareket edilmediği, şehrin ölüme terk edildiği, vatandaşların yaşamları konusunda gerekli güvencenin ve korumanın sağlanmadığı, bu yıkımdan ve can kaybından, binaların yapımında ihmalleri tespit edilecek müteahhitlerin ve inşaat şirketlerinin sorumlu olduğu, imar planını deprem bölgesinin özelliklerini dikkate almadan, gerekli ekibi ve çalışmayı göstermeden hazırlayan belediyenin ve karar mercilerinin de ayrıca sorumlu olduğu, yapıların kullanıma açılmasına izin verilmesinde rolü olan, gerekli denetimi yapmayan, haksız kazanç elde ederek, denetim raporu hazırlayan denetim firmalarının da bu sorumluluktan payı olduğu belirtilmelidir.
Her somut olaya, binaya, yapıya göre, kişi ve kuruların sorumluluklarının derecesi adi/ basit taksir ila olası kast arasında belirlenecek olup, bir yandan enkaz kaldırma ve arama-kurtarma faaliyetleri gerçekleştirilirken, diğer yandan bölgede yer alan ve özel olarak görevlendirilen Cumhuriyet savcıları tarafından re’sen soruşturmaya başlanmalı, sorumlu kişiler tespit edilerek ifadeleri alınmalı, haklarında kanunda yer alan şartların bulunması durumunda, adli kontrol tedbiri tatbik edilerek yurt dışına çıkmaları engellenmeli, delilleri yok etme, gizleme veya değiştirmesi konusunda kuvvetli şüphenin bulunması halinde tutuklanmalı, adaletin yerine getirilmesi geciktirilmemelidir. Bununla birlikte; binaların yıkılmasından sorumlu olduğu tespit edilen müteahhitlerin, inşaat şirketlerinin sattıkları evlerin depreme dayanıklı olmamasına rağmen, depreme dayanıklı olduğu hilesiyle sattıkları için, olası kastla insan öldürme veya bilinçli taksirle insan öldürmeye sebebiyet verme suçlarının yanında, nitelikli dolandırıcılık suçunu gündeme getireceği, bu sebeple, sorumlu kişilerin taşınmaz, hak ve alacaklarına, yani malvarlıklarına 5271 sayılı CMK m.128 gereğince elkoyulması, yine öldürme veya ölüme sebebiyet verme suçları bakımından CMK m.123 ve 127 uyarınca elkoyma tedbirinin tatbiki ile yapılacak yargılama sonucunda TCK m.54 ve 55. madde uyarınca müsadere kararı verilmesi mümkün olabilecektir.
Hukuk devleti olmanın gereği olarak, sorumluların tespiti konusunda yapılması gereken çalışmalara bir an evvel başlanmalıdır. Yaşadığımız büyük acı ile tarihimize geçen deprem felaketi, tabii afet olmanın yanı sıra, alınmayan tedbirler, hatalı yapılar, deprem sonrasında ortaya çıkan hukuka aykırılıklar dikkate alınarak, yıllardır değişmeyen bir şeylerin değişmesi için milat olmalı, deyimi yerinde ise kimsenin yaptığı yanına kar kalmamalı, herkes ihmalinin, kusurunun karşılığını görmeli, hukuk devleti gerçekten tüm kural ve kaideleri ile işlemelidir. İşte o zaman acımız, üzüntümüz bir nebze olsun dinecek, yaralarımız kısmen sarılabilecek ve önümüze daha güvenle bakabileceğiz. Aksi halde, değişmeyen yazgımızı yaşamayı sürdüreceğiz.
[1] Bu konuda bkz. “17 Ağustos 1999 depreminde yıkılmayan yer” isimli video: https://youtu.be/30a9qKc3ZLw
[2] Yargıtay Ceza Genel Kurulu 28.05.2019 tarihli, 2018/451 E. ve 2019/456 K. sayılı kararı, Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 21.05.2020 tarihli, 2018/473 E. ve 2020/225 K. sayılı kararı, Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 09.09.2021 tarihli, 2019/314 E. ve 2021/373 K. sayılı kararı.