Prof. Dr. Ersan Şen
Buğra Şahin, LL.M.
Olağanüstü Kanun Yollarında Dava Zamanaşımı
23.03.2023 / Prof. Dr. Ersan Şen, Av. Buğra Şahin
Dava zamanaşımı; suçun işlendiği tarihle, kararın kesinleşmesi arasındaki zaman aralığında gerçekleşir. Karar kesinleştikten sonra ise, ceza zamanaşımından bahsedilir.
Dava zamanaşımı süreleri, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu m.66’da ve 765 sayılı Türk Ceza Kanunu m.102’de düzenlenmiştir. TCK m.7/2 gereğince; fiil tarihinde yürürlükte bulunan 765 sayılı TCK ve 12.10.2004 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK mukayese edilerek, zamanaşımı bakımından lehe olan kanunun uygulanacağında tartışma bulunmamaktadır. Lehe kanunun belirlenmesinde, suç için zamanaşımı süresinin dolduğunu gösteren kanunun sanığın lehine olduğu kabul edilip, ceza miktarına bakılmaz. Bir başka ifadeyle; zamanaşımı nedeniyle düşme kararı verilecek kanun, kural olarak her zaman sanık lehinedir.
Bu konuda Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 26.04.2011 tarihli, 2010/1-245 E. ve 2011/72 K. sayılı kararına göre; “Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 10.03.2009 gün 25-58 ile 29.04.2008 gün ve 79-90 sayılı kararlarında da vurgulandığı üzere; zamanaşımının 765 sayılı TCY hükümleri uyarınca gerçekleşmesi nedeniyle sanığa ceza verilebilme olanağı büsbütün ortadan kalktığı bir durumda lehe yasa araştırmasına yönelmek ve lehe sonuç verecek yasanın 765 sayılı TCY olduğu gerçeğinden uzaklaşmak olanaklı değildir. Bu itibarla, zamanaşımını gerçekleşmesi nedeniyle 765 sayılı TCY hükümleri bütünüyle sanık lehine olduğundan, sanık hakkındaki kamu davasının zamanaşımı nedeniyle düşmesine karar veren yerel mahkeme direnme hükmünün onanmasına karar verilmelidir”.
765 sayılı TCK m.102’ye göre dava zamanaşımının; beş seneden az hapis cezası öngören suçlar bakımından 5, beş ila yirmi yıl hapis cezası öngören suçlar bakımından 10, 20 seneden yüksek hapis cezaları bakımından 15 sene olarak uygulanacağı, 765 sayılı TCK m.104 uyarınca zamanaşımını kesen nedenlerin, aynı maddenin 3. fıkrasına göre kesilme halinde suç/dava zamanaşımı süresinin yarı oranında uzayacağı anlaşılmaktadır[1].
5237 sayılı TCK m.66’da düzenlenen dava zamanaşımı süreleri; 5 yıldan fazla olmayan suçlar bakımından 8, 5 ila yirmi yıl hapis cezasını düzenleyen suçlar bakımından 15, 20 yıl ve üzeri hapis cezaları bakımından 20, müebbet cezası için 25, ağırlaştırılmış müebbet için 30 yıl olarak düzenlenmiş, TCK m.67’de zamanaşımını kesen nedenlerin varlığı halinde bu sürelerin yarı oranında uzayacağı öngörülmüştür[2].
5252 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun m.9/3 uyarınca “kül halinde uygulama” ilkesi ve yukarıda yer verdiğimiz Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 26.04.2011 tarihli kararı esas alınarak, lehe olan kanun hükmünün belirlenmesinde, eski ve yeni kanunun ilgili bütün hükümleri olaya kül halinde uygulanarak, ortaya çıkan sonuçların birbirleri ile karşılaştırılması, kanunlardan birisine göre dava zamanaşımının dolduğu tespit edilirse davanın düşürülmesi gerekir. Bu konuda Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 11.03.2014 tarihli, 2012/3-909 E. ve 2014/121 K. sayılı kararına göre; “Nitekim, Ceza Genel Kurulu ve Yargıtay Özel Dairelerinin istikrar kazanmış kararlarında; lehe kanunun uygulanmasına ilişkin olan 5252 sayılı Kanunun 9/3 maddesi, 23.02.1938 gün ve 23-9 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı ve öğretide bu konuda ileri sürülen görüşler birlikte gözönüne alındığında, lehe kanunun belirlenmesi amacıyla sabit kabul edilen maddi olaya suç tarihinde yürürlükte bulunan kanunlar ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hiç bir hükmü karıştırılmadan bir bütün halinde uygulanması ve uygulama sonucu ortaya çıkan sonuçların birbiriyle karşılaştırılması gerektiği vurgulanmaktadır”.
Olağan kanun yolları tüketilmemiş yargılamada; fiil tarihinin 5237 sayılı Kanunun 12.10.2004 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmesinden önceye ait olması halinde, yukarıda yer verdiğimiz mevzuat ve Yargıtay kararları kapsamında kül halinde bir değerlendirme yapılmak suretiyle davanın zamanaşımına uğrayıp uğramadığı tespit edilecektir.
Olağanüstü kanun yollarına tabi olan; CMK m.308 ve 308/A’da düzenlenen Bölge Adliye Mahkemesi Başsavcılık itirazı ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın itirazı, CMK m.309 ve 310’da öngörülen kanun yararına bozma başvurusu ve CMK m.311 ila 323’de düzenlenen yargılamanın yenilenmesi halinde, yeniden incelenen dosyada dava zamanaşımının ne şekilde işletileceği sorusunun cevabı yazımızın devamında incelenecektir.
5237 sayılı TCK m.66/5’e göre; “Aynı fiilden dolayı tekrar yargılamayı gerektiren hallerde, mahkemece bu husustaki talebin kabul edildiği tarihten itibaren fiile ilişkin zamanaşımı süresi yeni baştan işlemeye başlar”.
Ayrıca 765 sayılı TCK m.109’da; “Aynı fiilden dolayı her ne suretle olursa olsun tekrar muhakemesi görülmek lazımgelen mahkumünaleyhin ahiren vaki olan mahkumiyeti evvelki mahkumiyetinden daha hafif bir cezayı mutazammın ise müruru zaman müddeti sonraki hüküm ile tertip olunacak cezaya göre hesap olunur.” hükmünün düzenlendiği, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 11.03.2014 tarihli, 2012/3-909 E. ve 2014/121 K. sayılı kararında bu hükmün, “(…)suç vasfında değişme olmuş, değişen suç vasfına göre yeniden belirlenen zamanaşımı önceki yargılamada gerçekleşmiş ise, muhakemenin iadesi yargılaması sonucunda 765 sayılı TCK’nun 109. maddesi uyarınca sanık hakkında açılan kamu davasınında zamanaşımı nedeniyle düşmesine karar verilmesi gerekmektedir.” şeklinde açıklandığı, 765 sayılı TCK m.109’da “her ne suretle olursa olsun tekrar muhakeme edilen davada”, yeniden belirlenen suç vasfında belirlenen zamanaşımı, eski yargılamada gerçekleşmiş ise, davanın düşmesine karar verilmesi gerektiği kuralının, tüm olağanüstü kanun yolları bakımından uygulanması gerektiği görülmektedir.
Örneğin Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 09.11.2010 tarihli, 2010/11-143 E. ve 2010/220 K. sayılı kararına göre; “(…)sahih bir keyfiyetin esbabı subitiyesini tedarik amacı ile fiili gerçekleştirdikleri, dolayısıyla sanıkların eyleminin 765 Sayılı TCK’nın 342/1. maddesine uyan suçu değil, aynı Yasanın 347. maddesine uyan suçu oluşturduğunun kabulü gerekmektedir.
Bu itibarla, Yerel Mahkeme hükmü suç vasfının belirlenmesindeki yanılgı sebebiyle bozulmalıdır. Hal böyle iken, Özel Dairece bu hükmün düzeltilerek onanmasına karar verilmesi isabetsizdir.
İtiraz nedeni konusunda varılan bu sonuç ve yerel mahkeme hükmünün, itiraz yasa yolu üzerine Ceza Genel Kurulunca belirtilen sebeple bozulmasına karar verilmiş bulunduğu nazara alındığında, Özel Daire düzeltilerek onama kararı ile kesinleşen ilamın kesin hüküm olma özelliği bu sebeple ortadan kalkmış bulunmakla, ortaya çıkan bu yeni durum karşısında dava zamanaşımı yönünden de değerlendirilmesi zorunluluğu doğmuştur. Ceza Genel Kurulunun yerleşmiş kararlarında da vurgulandığı üzere, Ceza Genel Kurulunca inceleme yapılırken, Özel Daire kararının hukuka aykırı görülerek kaldırılması ve yerel mahkeme hükmünün esastan veya usulden bozulması halinde, itirazın kabulüyle dava derdest hale geleceğinden, dava zamanaşımının dolduğunun saptanması durumunda kamu davasının düşmesine de karar verilmesi gerekmektedir. İnceleme konusu yapılan olayda, sanıkların eylemine ilişkin olarak, zamanaşımı yönünden lehe olan 765 Sayılı TCK’nın 102/4 ve 104/2. maddeleri uyarınca en son eylemin gerçekleştirildiği 21.11.2001 tarihinden itibaren 7 yıl 6 aylık olağanüstü zamanaşımı, dosyanın Ceza Genel Kuruluna intikalinden önce 21.5.2009′da dolmuş bulunmaktadır”. Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 09.11.2010 tarihli kararında; dosya Yargıtay Cumhuriyet Başsavcı itirazı üzerine Ceza Genel Kurulu önüne gitmiş olup, CGK inceleme neticesinde, suçun 765 sayılı TCK m.347 kapsamında kaldığını, suç vasfı değiştiğinden, dava zamanaşımının yeni suç vasfına göre belirleneceğini, 765 Sayılı TCK m.102/4 ve m.104/2 uyarınca fiil tarihinden itibaren dava zamanaşımının dolduğunu, bu nedenle düşme kararı verilmesi gerektiğini belirtmiştir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 11.03.2014 tarihli, 2012/3-909 E. ve 2014/121 K. sayılı kararında; “Buna göre, 765 sayılı TCK ve 1412 sayılı CMUK’nun yürürlükte olduğu dönemde muhakemenin iadesine karar verilmesi durumunda, muhakemenin iadesine konu edilen davada zamanaşımı söz konusu olmayacaktır. Ancak, muhakemenin iadesi sonucu suç vasfından değişme olmuş, değişen suç vasfına göre yeniden belirlenen zamanaşımı önceki yargılamada gerçekleşmiş ise, muhakemenin iadesi yargılaması sonucunda 765 sayılı TCK’nun 109. maddesi uyarınca sanık hakkında açılan kamu davasının da zamanaşımı nedeniyle düşmesine karar verilmesi gerekmektedir.
5237 sayılı TCK açısından konu incelendiğinde ise, kanunun 66/5. maddesi uyarınca aynı fiilden dolayı tekrar yargılanmayı gerektiren hallerde zamanaşımının sözkonusu olacağı, ancak zamanaşımının yargılamanın yenilenmesi talebinin kabulünden itibaren yeni baştan işlemeye başlayacağı hükme bağlanmış ve yargılamanın yenilenmesinde zamanaşımının mümkün olduğu açıkça ortaya konulmuştur.
Görüldüğü gibi, yargılamanın yenilenmesinde eski hükmün iptal edilip failin daha az bir ceza ile cezalandırılmasına karar verilmesi hali dışında 765 sayılı TCK′na göre dava zamanaşımı söz konusu olmazken, sonradan yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK′nun 66/5. maddesinde ki açık düzenleme karşısında yargılamanın yenilenmesinde dava zamanaşımı söz konusu olacaktır. Bu nedenle, inceleme konusu dosyada hükümlü lehine olduğunda tereddüt bulunmayan 5237 sayılı TCK uyarınca zamanaşımının değerlendirilmesi gerekmektedir.
Bu sonuca ulaşıldıktan sonra zamanaşımı bakımından daha kısa süreler öngören 765 sayılı TCK’nun 102 ve 104. maddelerinin esas alınması gerektiği ileri sürülebilir ise de; 765 sayılı TCK’nda yargılamanın yenilenmesi muhakemesinde dava zamanaşımının öngörülmemesi, bu nedenle 5237 sayılı TCK’nun lehe olduğunun kabul edilmesi karşısında, zamanaşımının da 5237 sayılı TCK’nun 66 ve 67. maddelerinde belirlenen esaslara göre hesaplanması gerekmektedir. Aksi yöndeki kabul, lehe kanun uygulamasında karma uygulama sonucunu doğuracak olup, usul ve kanuna aykırılık oluşturacaktır.
Nitekim, Ceza Genel Kurulu ve Yargıtay Özel Dairelerinin istikrar kazanmış kararlarında; lehe kanunun uygulanmasına ilişkin olan 5252 sayılı Kanunun 9/3 maddesi, 23.02.1938 gün ve 23-9 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı ve öğretide bu konuda ileri sürülen görüşler birlikte gözönüne alındığında, lehe kanunun belirlenmesi amacıyla sabit kabul edilen maddi olaya suç tarihinde yürürlükte bulunan kanunlar ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hiçbir hükmü karıştırılmadan bir bütün halinde uygulanması ve uygulama sonucu ortaya çıkan sonuçların birbiriyle karşılaştırılması gerektiği vurgulanmaktadır”.
Bu kararda; 765 sayılı TCK’da dava zamanaşımı sürelerinin, 5237 sayılı Kanuna göre daha kısa belirlendiği, ancak yeniden yargılama gerektiren hallerde, 765 sayılı Kanunda yalnızca, ilk yargılamada dava zamanaşımının suç vasfının değişmesi nedeniyle dolduğunun tespiti halinde düşme kararı verilebileceği, bunun dışında yeniden yargılama gerektiren hallerde dava zamanaşımının sözkonusu olmadığı, dolayısıyla 765 sayılı TCK 102 ve 104’de, 5237 sayılı TCK’ya göre kısa olduğundan lehe hüküm içeren dava zamanaşımı sürelerinin, 765 sayılı TCK m.109 ve 5252 sayılı Kanun m.9/3 uyarınca uygulanamayacağı ifade edilmiştir.
Bu karara katılmadığımızı; lehe kanunun belirlenmesinde “kül halinde uygulama” ilkesi geçerli olsa da, sanığın lehine olan 5237 sayılı TCK m.66/5’in, suç vasfında değişme olsun veya olmasın, 765 sayılı TCK m.102 ve 104 esas alınmak suretiyle hesaplanan dava zamanaşımı süresine uygulanması gerektiğini, bunun kül halinde uygulama anlamına gelmeyeceği, aksi takdirde her iki kanunun aleyhe olan hükümleri esas alınmak suretiyle bir sonuca varılarak sanığın aleyhine değerlendirme yapıldığı, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 11.03.2014 tarihli kararında, “inceleme konusu olayda, 765 sayılı TCK’nun 102/2 ve 104/2. maddeleri uyarınca zamanaşımının gerçekleştiğinden sanık hakkındaki davanın zamanaşımı nedeniyle düşürülmesine karar verilmesi gerektiği ve bu uygulamanın karma uygulama olmayacağı" gerekçesiyle karşı oy kullanıldığı görülmektedir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 22.11.2011 tarihli, 2011/4-203 E. ve 2011/238 K. sayılı kararında; “Yargıtay ilgili Ceza Dairesince bir hüküm onanmakla kesinleşmekte ve kesinleşme anına kadar işleyen dava zamanaşımı, bu aşamada sona ermektedir. Nitekim 09.05.1956 gün ve 6-4 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında onama ile hükmün kaziyeyi muhkem hale geleceği açıkça belirtilmiştir.
1412 sayılı Yasanın yürürlükte bulunduğu dönemde, Yasanın 322. maddesindeki itiraz yoluna başvurulması halinde zamanaşımının işleyeceği öğretide bir kısım yazarlar tarafından kabul edilmiş, nitekim Ceza Genel Kurulunun 10.05.1993 gün ve 11-151 sayılı kararında Özel Daire onama kararı yerinde görüldüğü takdirde, Ceza Genel Kurulunda yapılan inceleme sırasında dava zamanaşımı dolmuş olsa bile bu hususun gözönüne alınamayacağı, ancak Özel Daire onama kararı hukuka aykırı görülerek kaldırıldığı ve Yerel Mahkeme hükmü bozulduğu takdirde, Ceza Genel Kurulunda inceleme yapılırken dava zamanaşımının dolmuş olması halinde kamu davasının zamanaşımı nedeniyle düşmesine karar verilmesi gerekeceği kabul edilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazı 5271 sayılı Yasada olağanüstü bir yasa yolu olarak düzenlenmiş olduğundan, anılan Yasa döneminde yapılan itirazlar yönünden böyle bir ayırıma gerek bulunmamaktadır. Olağanüstü yasa yollarına ilişkin tüm ilke ve kurallar yasada aksi belirtilmedikçe bu yasa yolu için de uygulanma olanağı bulmalıdır. Yasa yararına bozma ve yargılamanın iadesinde dava zamanaşımına ilişkin hükümler ancak yasanın açıkça izin verdiği hallerde uygulanabiliyorsa Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazında da bu ilke geçerli olmalıdır.
Dolayısıyla; 5271 sayılı Yasada olağanüstü bir yasa yolu olarak düzenlenmiş bulunan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazı üzerine yapılan incelemede, Ceza Genel Kurulunca itirazın kabulü durumunda Özel Daire onama kararı ile Ceza Genel Kurulunun karar tarihi arasında geçen sürenin dava zamanaşımının hesaplanmasında gözönünde bulundurulmaması gerektiğinin kabulü zorunludur. Ancak itirazın kabulü üzerine dosyanın derdest hale gelmesi nedeniyle yargılamaya devam edildiğinde Ceza Genel Kurulunca itirazın kabulü tarihinden itibaren geçerli olmak üzere süre işlemeye devam edeceğinden dava zamanaşımı buna göre hesaplanmalıdır.
Aksine, Özel Daire onama kararı ile Ceza Genel Kurulu inceleme tarihi arasında geçen sürenin zamanaşımının hesaplanmasında gözönünde bulundurulması gerektiğinin kabulü halinde, sanık lehine itirazda süre aranmadığından bahisle bir yasaya aykırılıktan dolayı somut olayda da olduğu gibi Özel Daire onama kararından çok uzun bir süre sonra itiraz yasa yoluna başvurulması neticesinde itirazın kabulü ile Yerel Mahkeme hükmünün bozulması ve inceleme tarihi itibariyle dava zamanaşımının dolduğundan bahisle kamu davasının düşürülmesi hak ve adalet ilkelerine aykırılık oluşturacak, yargı organlarına olan güveni zedeleyecek ve ileride telafisi mümkün olmayacak sonuçların doğmasına neden olacaktır. Bu durum karşısında somut olayda inceleme tarihi itibariyle dava zamanaşımının dolduğundan söz edilmesi olanağı bulunmamaktadır.
Öte yandan; 5237 sayılı Yasanın 53. maddesinde düzenlenen hak yoksunluklarına karar verilirken, anılan Yasa maddesinin 2. fıkrası uyarınca, aynı maddenin 1. fıkrasında öngörülen hakları kullanmaktan hapis cezasının infazı tamamlanıncaya kadar yoksun bırakılmasına, aynı maddenin 3. fıkrası uyarınca da sözkonusu yasaklamanın, koşullu salıverilen sanık hakkında kendi alt soyu üzerindeki velayet, vesayet ve kayyımlık yetkileri açısından uygulanmamasına karar verilmesi gerekmektedir. Oysa Yerel Mahkemece, sanık hakkında 5237 sayılı Türk Ceza Yasasının 53/1. maddesinde düzenlenen hak yoksunluklarına karar verilirken bu düzenlemeye aykırı olacak şekilde uygulama yapılmış olması da usul ve yasaya aykırıdır. Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulü ile Özel Daire onama kararının kaldırılmasına ve yerel mahkeme hükmünün bozulmasına karar verilmelidir”.
Bu kararda Yargıtay Ceza Genel Kurulu; 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nda Yargıtay Cumhuriyet Başsavcı itirazının tartışmaya yer bırakmayacak biçimde olağanüstü kanun yolları arasında düzenlendiğini, bu nedenle Özel Dairenin onama kararı ile Ceza Genel Kurulunun karar tarihi arasında geçen sürenin dava zamanaşımından sayılamayacağını, aksi düşüncenin, sanık lehine itirazda süre aranmadığından, hukuki güvenilirliği sarsacağını, kesin hükmün etkisini yitireceğini, neticede dava zamanaşımının olağanüstü kanun yolunda hesaplanmasına, Ceza Genel Kurulunun dosyayı yeniden incelemeye başladığı tarihten itibaren devam edilmesi gerektiğini, bir başka ifadeyle, kesinleşen dosyada fiil tarihi ile onama tarihi arasında geçen zamana, Ceza Genel Kuruluna CMK m.308 yoluyla dosya gittikten sonra karar tarihine kadar geçen sürenin eklenmesi ile dava zamanaşımı süresinin hesaplanacağını ifade etmiştir.
TCK m.66/5’de yer alan; “Aynı fiilden dolayı tekrar yargılamayı gerektiren hallerde, mahkemece bu husustaki talebin kabul edildiği tarihten itibaren fiile ilişkin zamanaşımı süresi yeni baştan işlemeye başlar.” hükmünün sanık lehine yorumlanarak, yargılamanın (CMK m.308 başvurusu neticesinde incelenmesi de dahil olmak üzere) yenilenmesi kararından önce geçen dava süresi ile yenileme kararından sonra yeniden karar verilinceye kadar geçen sürenin toplanarak dava zamanaşımının hesaplanması gerektiği kanaatinde olduğumuzu ifade etmeliyiz.
[1] 765 sayılı TCK’da dava zamanaşımı uzatan nedenler;
“Hukuku amme davasının müruru zamanı, mahkumiyet hükmü yakalama, tevkif, celp veya ihzar müzekkereleri, adli makamlar huzurunda maznunun sorguya çekilmesi, maznun hakkında son tahkikatın açılmasına dair olan karar veya Cumhuriyet müddeiumumisi tarafından mahkemeye yazılan iddianame ile kesilir.” şeklinde düzenlenmiştir.
[2] 5237 sayılı TCK’da dava zamanaşımını kesen nedenler; “(2) Bir suçla ilgili olarak; a) Şüpheli veya sanıklardan birinin savcı huzurunda ifadesinin alınması veya sorguya çekilmesi, b) Şüpheli veya sanıklardan biri hakkında tutuklama kararının verilmesi, c) Suçla ilgili olarak iddianame düzenlenmesi, d) Sanıklardan bir kısmı hakkında da olsa, mahkûmiyet kararı verilmesi, Halinde, dava zamanaşımı kesilir.” şeklinde düzenlenmiştir.