Blog

Dr. Erkan Duymaz

YAZARIN MAKALELERİ
Hakimin Delile Temas Mecburiyeti ve AYM’nin İlk İhlal Kararı
16.11.2024 / Prof. Dr. Ersan Şen, Dr. Erkan Duymaz

AYM Genel Kurulu’nun 15.11.2024 tarihli ve 32723 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan, 15.02.2024 tarihli, 2020/23093 başvuru numaralı Erdal Sonduk kararı, “doğrudan doğruyalık” ilkesi konusunda İHAM içtihadını tam olarak benimsediğini gösteren ilk ihlal kararı olması bakımından oldukça önemli bir karardır.

SEGBİS’in Genel Uygulamaya Dönüşmesi Sorunu ve AYM’nin Tutumu
17.10.2024 / Prof. Dr. Ersan Şen, Dr. Erkan Duymaz

Sanığın duruşmada hazır bulunması, hakkaniyete uygun bir yargılamanın ve bilhassa savunma hakkının etkin bir şekilde kullanılmasının temel koşullarından birisidir. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK), sanığın duruşmada hazır bulunmasını “kural” kabul edip, sanığın hazır bulunmamasını veya duruşmadan bağışık tutulmasını ayrık durumlar olarak düzenlemiştir. Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) ile bağlantılı olarak kurulan ve 2013 yılından itibaren adliyelerde ve ceza infaz kurumlarında kullanılmaya başlanan Sesli ve Görüntülü Bilişim Sistemi (SEGBİS), ceza muhakemesinin bu temel kuralını ciddi ölçüde zayıflatmıştır. Gerçekten; uygulamada, sanığın duruşmaya SEGBİS yoluyla katılmasının adeta standart hale geldiği, sanığın duruşmaya fiilen katılmayı açıkça talep etmediği hallerde mahkemelerin birçok vakada gerekçe göstermeden SEGBİS yöntemine başvurdukları, sanığın huzurda dinlenmeyi açıkça talep ettiği bazı durumlarda dahi bu talebin gerekçesiz olarak reddedildiği görülmektedir. Bu uygulamanın CMK m.196/4’e aykırı olduğu açıktır. 2017 yılında 694 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile gerçekleştirilen ve 2018 yılında 7078 sayılı Kanunla aynı şekilde kabul edilen değişiklik sonucunda ancak “hakim veya mahkemenin zorunlu gördüğü durumlarda” SEGBİS suretiyle yurt içinde bulunan sanığın sorgusunun yapılabileceği veya duruşmalara katılmasına karar verilebileceği kural altına alınmıştır. Dolayısıyla; sanığın duruşmalara SEGBİS yoluyla katılmasını zorunlu kılacak nedenlerin her halde hakimlik veya mahkeme tarafından açıklanması gerekmektedir. Sanığın duruşmaya bizzat katılma yönünde açık bir talebinin bulunmaması, bu yükümlülüğü ortadan kaldırmamaktadır. Çünkü “yüz yüzelik” kural, SEGBİS yoluyla katılım ise istisnadır.

İHAM’ın Yasak/Türkiye Kararı Değerlendirmesi
02.09.2024 / Prof. Dr. Ersan Şen, Dr. Erkan Duymaz

İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM) 26.09.2023 tarihli Yüksel Yalçınkaya kararında (B. No: 15669/20) ByLock adlı gizli haberleşme uygulamasını kullandığı gerekçesiyle silahlı terör örgütüne (FETÖ/PDY) üye olma suçundan (Türk Ceza Kanunu m.314/2) mahkum olan bir şahsın şikayetlerini incelemiş ve adil/dürüst yargılanma hakkının ve örgütlenme özgürlüğünün yanında İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi (İHAS) m.7 ile güvence altına alınan “suçta ve cezada kanunilik” ilkesinin ihlal edildiğine karar vermişti.

Tutuklama Kararlarında Gerekçe ve Bitmeyen “Katalog Suç” Sorunu
28.08.2024 / Prof. Dr. Ersan Şen, Dr. Erkan Duymaz

Tutuklama kararlarının yeterli gerekçe içermemesi, hukukumuzda kronik hale gelmiş önemli sorunlardan birisidir. Bu konuda İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM) ile Anayasa Mahkemesi (AYM) tarafından verilen çok sayıda ihlal kararı, hatta yasa değişiklikleri de uygulamada kayda değer bir iyileşmeye vesile olmamıştır. Aslında “olması gereken” konusunda bir tartışma bulunmamaktadır. İlk tutuklama kararı dahil olmak üzere; kişinin özgürlükten yoksun kalması sonucunu doğuran tüm kararlarda, kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut deliller (İHAM terminolojisinde “makul suç şüphe”, Anayasa m.19/3’e göre kişinin “suçluluğu hakkında kuvvetli belirti”), tutuklama nedenleri ve tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu, yani bu üçlü ortaya koyulmalıdır. Burada; kararı veren merciin, suç şüphesinin ve tutuklama nedenlerinin mevcut ve tedbirin ölçülü olduğu kanaatine ulaşması yeterli değildir. Asıl önemli olan, tutuklama koşullarının gerçekleştiğinin somut olgu ve delillere dayalı olarak gösterilmesidir. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) m.101/2, “Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda; a) Kuvvetli suç şüphesini, b) Tutuklama nedenlerinin varlığını, c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu, d) Adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını, gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir.” demek suretiyle bunu doğrulamaktadır.

Anayasa Mahkemesi’nin İhlal Kararının Ardından Yapılacak Yeniden Yargılamaya İlişkin Bazı Hususlar
27.08.2024 / Prof. Dr. Ersan Şen, Dr. Erkan Duymaz

6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun m.50/2’ye göre, “Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. (...) Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.” Benzer bir düzenleme içeren İçtüzük m.79/1-a; buna ek olarak, yeniden yargılama yapan mahkemenin “ivedilikle” karar vereceğini belirtmektedir.

Susma ve Kendini Suçlamama Hakkının Tanıklıkta Yeri
10.08.2024 / Prof. Dr. Ersan Şen, Dr. Erkan Duymaz

Susma ve kendini suçlamama hakkı (“nemo tenetur” ilkesi), adil/dürüst yargılanma hakkının önemli unsurlarından birisidir. Anayasa’nın “Suç ve cezalara ilişkin esaslar” kenar başlıklı 38. maddesinin 5. fıkrası, “Hiç kimse kendisini ve kanunda gösterilen yakınlarını suçlayan bir beyanda bulunmaya veya bu yolda delil göstermeye zorlanamaz.” demektedir. Susma ve kendini suçlamama hakkı esasen suç isnadı altında bulunan kişilere tanınan bir ayrıcalıktır. Bu ayrıcalığın amacı; kişiye, zorlama ve baskı yoluyla delil elde edilmesine karşı koruma sağlamak, kişinin baskı altında ifade vermesini engellemek ve kişiyi kötü muameleye karşı korumaktır. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Kendisi veya yakınları aleyhine tanıklıktan çekinme” başlıklı 48. maddesi, bu hakkın suç isnadı alında bulunmayan tanıklar bakımından da geçerli olduğunu belirtmektedir. Bu düzenlemeye göre, “Tanık, kendisini veya 45 inci maddenin birinci fıkrasında gösterilen kişileri ceza kovuşturmasına uğratabilecek nitelikte olan sorulara cevap vermekten çekinebilir”.

Örgüte Üyelik Suçundan İkinci Kez Ceza Verilmesi ve Suçsuzluk/Masumiyet Karinesi
29.07.2024 / Prof. Dr. Ersan Şen, Dr. Erkan Duymaz

Kısa bir süre önce yayımlanan “Suç Örgütünden Dolayı Aynı Kişiye Birden Fazla Ceza Verilebilir mi?” başlıklı yazımızda; suç örgütüne üye olma suçunun temadi eden, yani kesintisiz bir suç olduğunu, daha önce örgüt üyeliğinden mahkum edilmiş bir kişinin aynı suçtan ikinci kez mahkum edilmesi için temadinin hukuken ve fiilen kesilmiş olması ve sanığın yeni eylemleriyle örgütle olan organik bağını sürdürmek suretiyle süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk içeren faaliyetlerine devam ettiğinin somut olarak ortaya koyulması, ikinci örgüt üyeliği suçunun varlığı için işlendiği iddia olunan veya mahkumiyet hükmü ile kabul edilen eylemlerin ilk örgüt üyeliği suçuna ilişkin yargılamaya konu edilmemiş olması gerektiğini, ilgili Yargıtay kararlarına atıf yapmak suretiyle ifade etmiş ve savunmuştuk.

Adli Kontrole İlişkin Sorunlar ve Dosya Üzerinden Verilen Adli Kontrol Tedbiri
23.07.2024 / Prof. Dr. Ersan Şen, Dr. Erkan Duymaz

Adli kontrol müessesesi Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) m.109 ve devamında düzenlenmiştir. CMK m.109/1’e göre, “Bir suç sebebiyle yürütülen soruşturmada, 100’üncü maddede belirtilen tutuklama sebeplerinin varlığı halinde, şüphelinin tutuklanması yerine adlî kontrol altına alınmasına karar verilebilir”. Görüldüğü üzere, Kanun açıkça adli kontrol tedbirine karar verilebilmesi için tutuklama koşullarının oluşması gerektiğini ifade etmektedir.

İHAM’ın “Doğrudan Doğruyalık” İlkesi ile İlgili Kararı
09.07.2024 / Prof. Dr. Ersan Şen, Dr. Erkan Duymaz

Aşağıda; İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi İkinci Daire tarafından verilen 12.03.2024 tarihli, 48309/17 başvuru numaralı Orhan Şahin/Türkiye kararı değerlendirilecektir.

İHAM: “Cumhuriyet Savcısının Asliye Ceza Mahkemelerindeki Duruşmalara Katılmaması ‘Objektif Tarafsızlık’ İlkesine Aykırıdır”
05.07.2024 / Prof. Dr. Ersan Şen, Dr. Erkan Duymaz

Cumhuriyet savcısının asliye ceza mahkemelerindeki duruşmalara katılmaması esasen güncelliğini yitirmiş bir konudur. 2011 yılında kabul edilen bir düzenlemeyle başlatılan bu uygulamaya 2020 yılında son verilmiştir. Anayasa Mahkemesi (AYM) iki ayrı kararı ile sözkonusu uygulamayı Anayasaya uygun bulmuşken, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM) 20.03.2024 tarihli İmret/Türkiye kararında (B. No: 69539/12) oy birliği ile bu durumun adil/dürüst yargılanma hakkının gereklerine aykırı olduğu sonucuna ulaşmıştır. Bu kısa yazımızda İHAM’ın konuya ilişkin içtihadını ve İmret/Türkiye kararında yaptığı değerlendirmeleri ele alacağız.

CMK m.223/2-e’ye ve m.223/5’e Göre Şüpheden Sanık Yararlanır İlkesi
10.01.2024 / Prof. Dr. Ersan Şen, Dr. Erkan Duymaz, Stj. Av. Doğa Ceylan

Bu yazımızda; Yargıtay 4. Ceza Dairesinin 08.11.2023 tarihli, 2021/16414 E. ve 2023/23844 K. sayılı kararı ışığında; “şüpheden sanık yararlanır” ilkesi ve yansımaları, Ceza Muhakemesi Kanunu m.223/2-e ve m.223/5 kapsamında incelenecektir.

İstinaf İncelemesinin Duruşmasız Yapılması Sorunu
05.01.2024 / Prof. Dr. Ersan Şen, Dr. Erkan Duymaz

İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM) 12.12.2023 tarihli Deliktaş/Türkiye (B. No: 25852/16) kararıyla, ilk kez, ülkemizde istinaf incelemesinin duruşmalı veya duruşmasız yapılması hakkında değerlendirmelerde bulundu. İHAM; duruşmalı yargılanma hakkına ilişkin mevcut içtihadını devam ettirerek, istinaf incelemesinin hukukilik ve maddi olay değerlendirmesini kapsaması nedeniyle prensip olarak duruşmalı yapılması gerektiğini, ancak bu kuralın mutlak nitelikte olmadığını, duruşma yapılmasını gerektirmeyen haklı nedenlerin bulunması halinde dosya üzerinden de karar verileceğini, her halükarda istinaf mahkemesinin duruşma açılması yönündeki talepleri yanıtsız bırakamayacağını, aksi uygulamanın adil/dürüst yargılanma hakkının gereklerine aykırı olacağını ifade etti. Böylece İHAM; ülkemizde haklı olarak ciddi eleştirilere konu olan duruşmasız istinaf incelemesi sorununu Anayasa Mahkemesi’nden (AYM’den) önce tespit ederek, tartışmaya açılmasına katkı sunmuş oldu.

TCK m.220/6’nın İptali Hakkında Değerlendirmeler ve Kanunilik İkilemi
15.12.2023 / Prof. Dr. Ersan Şen, Dr. Erkan Duymaz

Anayasa Mahkemesi (AYM), 08.12.2023 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 26.10.2023 tarihli ve E.2023/132, K.2023/183 sayılı kararında; 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 220. maddesinin 6. fıkrasının birinci cümlesini “suçta ve cezada kanunilik” ilkesine (Anayasa m.38) aykırı bularak iptal etmiştir. Bu cümlenin iptali nedeniyle uygulama imkanı kalmayan aynı fıkranın ikinci ve üçüncü cümleleri de, AYM tarafından 6216 sayılı Kanun m.43/4 gereğince iptal edilmiştir. İptal edilen fıkra şu şekildedir: “Örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyen kişi, ayrıca örgüte üye olmak suçundan da cezalandırılır. Örgüte üye olmak suçundan dolayı verilecek ceza yarısına kadar indirilebilir. Bu fıkra hükmü sadece silahlı örgütler hakkında uygulanır.” Yüksek Mahkeme; iptal hükümlerinin, kararın Resmi Gazete’de yayımlanmasından başlayarak dört ay sonra yürürlüğe girmesine karar vermiştir. İptale konu olan düzenleme “suçta ve cezada kanunilik” ilkesi bağlamında ilk kez gündeme gelmemektedir. Aşağıda gösterileceği gibi iptal kararının arkasında İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM) ve AYM tarafından son birkaç yıl içerisinde verilen ihlal kararları bulunmaktadır. Bireysel başvurular neticesinde verilen bu kararlar TCK m.220/6’dan kaynaklı yapısal bir sorun olduğunu ortaya koymuştur. Dolayısıyla AYM’nin iptal kararının, bireysel başvuru yolu ile oluşan içtihat birikiminin öngörülebilir bir sonucu olduğunu söylemek mümkündür.

AYM’nin CMK m.141/1-a’da Öngörülen Tazminat Yolunun Tüketilmesine Dair İçtihat Değişikliği
22.11.2023 / Prof. Dr. Ersan Şen, Dr. Erkan Duymaz, Av. Berra Berçik

Bu yazımızda; Anayasa Mahkemesi (AYM) Genel Kurulu’nun 27.04.2023 tarihli ve 2020/1554 başvuru numaralı Gülseren Çıtak kararında gerçekleştirdiği içtihat değişikliği incelenecektir. AYM bu kararında, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) m.141’de düzenlenen tazminat başvurularının birbiri ile ilişkisi ve bunun “başvuru yollarının tüketilmesi” koşuluna etkisi konusunda yeni bir yaklaşım ortaya koymuştur.

AYM’nin Şerafettin Can Atalay (2) Kararı ve Kararın İnfazı Sorunu
08.11.2023 / Prof. Dr. Ersan Şen, Dr. Erkan Duymaz, Stj. Av. Hasan Yılmaz, Stj. Av. Özüm Su Uzun

Bu yazımızda; 32352 sayılı, 27.10.2023 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan, Anayasa Mahkemesi’nin 25.10.2023 tarihli, 2023/53898 başvuru numaralı, milletvekili seçilerek yasama dokunulmazlığı kazanan başvurucunun, yargılamada durma kararı verilmesi talebinin reddedilerek yargılamaya devam edilmesi nedeniyle seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkının, tahliye talebinin reddedilmesi nedeniyle de kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarını konu alan kararı değerlendirilecektir.

Anayasa Mahkemesi Kararlarının Gereğinin Yerine Getirilmesi
08.11.2023 / Prof. Dr. Ersan Şen, Dr. Erkan Duymaz

Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu’nun 25 Ekim 2013 tarihli Şerafettin Can Atalay (2) kararı, bir hukuk devletinde ciddi sorunlara yol açabilecek süreci başlatmıştır. AYM bu kararında; milletvekili olan başvurucunun seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı ile kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine karar vermiş, tespit ettiği hak ihlallerinin sonlandırılmasına ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yönelik olarak; (1) yeniden yargılama işlemlerine başlanması, (2) mahkumiyet hükmünün infazının durdurulması ve başvurucunun ceza infaz kurumundan tahliyesinin sağlanması, (3) başvurucunun hükümlü statüsünün sona erdirilmesi, (4) yeniden yapılacak yargılamada durma kararı verilmesi işlemlerinin yapılmasının zorunlu olduğunu belirtmiştir. AYM ayrıca, ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması amacıyla kararın İlk Derece Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.

Adli Kontrol Tedbirinin Kuvvetli Suç Şüphesine Dayanması Zorunlu mudur?
09.10.2023 / Prof. Dr. Ersan Şen, Dr. Erkan Duymaz

Adli kontrol müessesi 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) m.109 ila m.115’de düzenlenmiştir. CMK m.109/1; “Bir suç sebebiyle yürütülen soruşturmada, 100 üncü maddede belirtilen tutuklama sebeplerinin varlığı halinde, şüphelinin tutuklanması yerine adli kontrol altına alınmasına karar verilebilir.” diyerek, kişinin adli kontrol altına alınabilmesi için CMK m.100/1 uyarınca tutuklama koşullarının mevcut olması gerektiğini belirtmiştir. Tutuklama tedbirini düzenleyen CMK m.100/1’e göre; “Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez”.

İHAM Büyük Daire’nin “ByLock Kararı” Nasıl Yorumlanmalı?
28.09.2023 / Prof. Dr. Ersan Şen, Dr. Erkan Duymaz

İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM), uzun zamandır beklenen “ByLock kararını” 26 Eylül 2023 tarihinde yayımladı (Yüksel Yalçınkaya/Türkiye (BD), B. No: 15669/20, 26/09/2023). Büyük Daire tarafından verilen bu karar, ByLock isimli mesajlaşma uygulamasını kullandığı gerekçesiyle TCK m.314/2 uyarınca silahlı terör örgütüne üyelik suçundan mahkum olmuş ve halihazırda yargılamaları devam eden (olağan ve olağanüstü kanun yolları dahil) kişileri yakından ilgilendiriyor. Aşağıda; İHAM Büyük Daire tarafından verilen karar hukuk tekniği, etkisi ve yetki aşımına girip girmediği yönleri ile değerlendirilmiştir. Belirtmeliyiz ki; ihlal kararı, ByLock, sendika ve dernek üyeliği ile sınırlı verilmiş olup, FETÖ üyeliğinin diğer unsurları ve delilleri bir açıklama içermemektedir.

Adli Kontrol ve Tutukluluk Sürelerinin Hesaplanmasında Kanun Yolunda Geçen Sürenin Dikkate Alınmaması Sorunu
22.09.2023 / Prof. Dr. Ersan Şen, Dr. Erkan Duymaz

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK), tutukluluk için olduğu gibi, adli kontrol tedbirleri için de azami süreler öngörmektedir. 2021 yılında yapılan değişiklikler kapsamında Kanuna eklenen “Adli kontrol altında geçecek süre” başlıklı m.110/A’ya göre: “(1) Ağır ceza mahkemesinin görevine girmeyen işlerde adli kontrol süresi en çok iki yıldır. Ancak bu süre, zorunlu hallerde gerekçesi gösterilerek bir yıl daha uzatılabilir. (2) Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, adli kontrol süresi en çok üç yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı, Türk Ceza Kanunu’nun İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar ile Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlarda dört yılı geçemez. (3) Bu maddede öngörülen adli kontrol süreleri, çocuklar bakımından yarı oranında uygulanır”. Bu düzenlemeye göre adli kontrol süresi, ikinci paragrafta belirtilen koşullar gerçekleştiğinde en fazla yedi yıl olabilmektedir. Bu konuda bir tartışma bulunmazken, azami sürenin hesaplanmasında istinaf ve temyiz aşamalarında geçen sürenin dikkate alınıp alınmayacağı konusunda soru işaretleri bulunmaktadır. Uygulamada; kanun yolu aşamasında geçen sürenin tedbirin süresinin hesabında dikkate alınmadığı, bir başka ifadeyle ilk derece mahkemesinin mahkumiyet kararıyla birlikte tedbir süresinin kesildiğinin kabul edildiği görülmektedir. Henüz ilk bakışta Kanunun lafzına uygun olmadığı görülen bu yorumun arkasında aslında tutukluluk süresinin hesaplanmasında karşımıza çıkan “hükmen tutukluluk” veya “hüküm özü tutukluluk” kavramı/sorunu bulunmaktadır. Bu ise, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin (İHAM) İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi (İHAS) m.5/3 kapsamında uyguladığı tutukluluk süresini hesaplama yönteminin -kanaatimizce hatalı bir şekilde- iç hukuka aktarılmasından kaynaklanmaktadır. CMK m.102’de ise, azami tutukluluk süreleri gösterilmiş ve hatta sürelerin sınırı soruşturma ve kovuşturma aşamalarına göre ayrıca düzenlenmiştir. Yasada herhangi bir istisnaya yer verilmeksizin, azami tutukluluk sürelerinin “şüpheli” ve “sanık” sıfatlarının devam ettiği tüm soruşturma ve kovuşturma aşamalarını kapsadığı anlaşılmaktadır. Bu nedenle; soruşturma, ilk derece ve olağan kanun yolları aşamalarında geçen süreler hesaba katılması gerekirken, olağanüstü kanun yolu olarak adlandırabileceğimiz başvurularda ve mahkumiyet kararı kesinleştikten sonra geçen sürelerin tutukluluktan mahsup

4054 sayılı Kanun Uyarınca Yapılan Yerinde İncelemenin Anayasaya Aykırılığı
07.09.2023 / Prof. Dr. Ersan Şen, Dr. Erkan Duymaz

4054 sayılı ve 07.12.1994 tarihli Rekabetin Korunması Hakkında Kanun’un amacı m.1’e göre; “Mal ve hizmet piyasalarındaki rekabeti engelleyici, bozucu veya kısıtlayıcı anlaşma, karar ve uygulamaları ve piyasaya hakim olan teşebbüslerin bu hakimiyetlerini kötüye kullanmalarını önlemek, bunun için gerekli düzenleme ve denetlemeleri yaparak rekabetin korunmasını sağlamaktır”. Kanun, bu amaca ulaşmak için Rekabet Kurulu’nu önemli yetkilerle donatmıştır. Bunlar arasında temel hak ve hürriyetler bakımından en tartışmalı olanı, m.15’de düzenlenen “yerinde inceleme” yetkisidir. Bu maddeye göre, Kurul tarafından gerekli görülmesi halinde “teşebbüs ve teşebbüs birliklerinde incelemelerde bulunabilir”. Rekabet Kurulu emrinde çalışan uzmanlar tarafından yapılan bu inceleme kapsamında; belirli konularda yazılı ve sözlü açıklamalar istenebileceği ve teşebbüslerin her türlü mal varlığına ilişkin incelemeler yapılabileceği gibi teşebbüslerin ve teşebbüs birliklerinin defterleri, fiziki ve elektronik ortam ile bilişim sistemlerinde tutulan her türlü veriler ve belgeler incelenebilir, bunların kopyaları ve fiziki örnekleri alınabilir (m.15-a).

“Silahların Eşitliği” İlkesi Bakımından Davanın Sonucuna Etkili Olguların Araştırılmaması Sorunu
29.08.2023 / Prof. Dr. Ersan Şen, Dr. Erkan Duymaz

“Silahların eşitliği” ilkesi, adil/dürüst yargılanma hakkının zımni unsurlarından birisi olup, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi (İHAS) m.6 kapsamında kalan tüm yargılamalarda uygulanma kabiliyetine sahiptir. İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’ne (İHAM) göre, “silahların eşitliği” ilkesi “davanın bir tarafını, diğer taraf karşısında belirli bir dezavantaj içine sokmayacak şartlar altında, her bir tarafın deliller de dahil olmak üzere, davasını ortaya koymak için makul ve kabul edilebilir olanaklara sahip olmasını” ifade etmektedir (Dombo Beheer B.V./Hollanda, B. No: 14448/88, 27/10/1993, § 33). Anayasa Mahkemesi (AYM) de “silahların eşitliği” ilkesini benzer şekilde tanımlamaktadır: “Silahların eşitliği ilkesi; davanın taraflarının usule ilişkin haklar bakımından aynı koşullara tabi tutulması, taraflardan birisinin diğerine göre daha zayıf bir duruma düşürülmeksizin, iddia ve savunmalarını makul bir şekilde mahkeme önünde dile getirme fırsatına sahip olması ve yargılamaya etkin katılımlarının sağlanması anlamına gelir” (İdris Tan Kamer ve Mustafa Aycan, B. No: 2018/20175, 19/11/2020, § 26).

Bireysel Başvuru Yollarının Güncel Sorunları ve Bunlara Yönelik Eleştirilerin Değerlendirilmesi
03.05.2023 / Prof. Dr. Ersan Şen, Dr. Erkan Duymaz

23 Eylül 2012 tarihinde Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) bireysel başvuru yolunun fiilen açılması ile birlikte, Türk Hukuku’nda iki farklı bireysel başvuru mekanizması bir arada işlemeye başlamıştır. “İnsan Hakları Avrupa sözleşmesi (İHAS) ile oluşturulan koruma mekanizmasının ikincilliği” ilkesi gereği, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’ne (İHAM) başvuruda bulunmak için AYM’ye bireysel başvuru yolunun tüketilmiş olması gerekmektedir. Bu bakımdan, başvurucuların iki mekanizmadan birisini tercih etme şansı bulunmamaktadır.

Bireysel Başvuru Süresinin Hesaplanmasında “UYAP’tan Öğrenme”
22.05.2023 / Prof. Dr. Ersan Şen, Dr. Erkan Duymaz

Daha önceki yazılarımızda; Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) bireysel başvuru süresinin başlangıcında nihai kararın UYAP’tan görüntülendiği tarihin esas alınmasını değerlendirmiş ve bu uygulamanın halihazırda oldukça kısa olan bireysel başvuru süresini fiilen daha da kısalttığını, aşırı şekilci bir yaklaşıma dayandığını, mahkemeye erişim hakkına ciddi bir müdahale teşkil ettiğini, geçmişe dönük olarak uygulanması sebebiyle öngörülemez olduğunu, bireysel başvuru yolunun anlam ve amacıyla bağdaşmadığını dile getirmiştik.

Yaşam Hakkına Müdahalelere Karşı Caydırıcı Cezalar Uygulama Yükümlülüğü
05.04.2023 / Prof. Dr. Ersan Şen, Dr. Erkan Duymaz

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 1. maddesi Kanunun amacını; “kişi hak ve özgürlüklerini, kamu düzen ve güvenliğini, hukuk devletini, kamu sağlığını ve çevreyi, toplum barışını korumak, suç işlenmesini önlemek” olarak öngörmüştür. Kanunun “Adalet ve kanun önünde eşitlik ilkesi” başlıklı 3. maddesi ise 1. fıkrasında; “Suç işleyen kişi hakkında işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunur.” diyerek, ceza hakiminin ceza takdir yetkisi için genel bir çerçeve belirlemektedir. Nihayet TCK m.61 ila m.63’de cezanın belirlenmesi ve bireyselleştirilmesi bakımından uygulanacak kurallar yer almaktadır.

Adli Kontrol Tedbiri Nedeniyle Tazminat
28.02.2023 / Prof. Dr. Ersan Şen, Dr. Erkan Duymaz

Adli kontrol müessesesi 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) m.109 ve devamında düzenlenmiştir. CMK m.109/1’e göre, “Bir suç sebebiyle yürütülen soruşturmada, 100’üncü maddede belirtilen tutuklama sebeplerinin varlığı halinde, şüphelinin tutuklanması yerine adli kontrol altına alınmasına karar verilebilir”. Bu düzenlemeden anlaşılacağı üzere, adli kontrol tedbiri tutuklamaya alternatif ve öncelikle uygulanması gereken bir koruma tedbiridir. Çünkü tutuklama tedbiri, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkını tümü ile kısıtlamaktadır.

Adil/dürüst Yargılanma Hakkı Bakımından Lehe Delillerin Araştırılmaması ve Dikkate Alınmaması Sorunu
24.02.2023 / Prof. Dr. Ersan Şen, Dr. Erkan Duymaz

Ceza davalarına ilişkin olarak Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) yapılan bireysel başvurularda; “mahkemeye sunduğumuz deliller dikkate alınmadan karar verildi”, “talep ettiğimiz araştırmalar yapılmadı”, “deliller üzerinde yeterli inceleme yapılmadı”, “delillere ilişkin itirazlarımız gerekçede karşılanmadı”, “tevsii tahkikat talebimiz gerekçesiz olarak reddedildi” ve benzeri şikayetler sıklıkla dile getirilmektedir. Delillerin ortaya koyulması, tartışılması, değerlendirilmesi ve takdiri konularında AYM’nin ve İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin (İHAM) istisnai haller dışında inceleme yapmaktan kaçındıkları bilinmektedir. Bu yazımızda, yukarıda zikredilen şikayetlerin bireysel başvuru incelemesinde ne şekilde ele alındığı ve AYM’nin adil/dürüst yargılanma hakkı kapsamında yaptığı incelemede derece mahkemelerinin delillere ilişkin değerlendirmelerini ne ölçüde denetlediğini ortaya koymaya gayret edeceğiz.

Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu’nun ByLock Kararları
02.02.2023 / Prof. Dr. Ersan Şen, Dr. Erkan Duymaz

FETÖ/PDY’nin gizli haberleşme ağı olarak kabul edilen ve mahkumiyet kararlarında yegane veya belirleyici delil niteliği taşıyan ByLock haberleşme sistemine dayalı mahkumiyet kararlarına karşı Anayasa Mahkemesi’ne yapılan bireysel başvuruların sonuçları ve özellikle gerekçeli kararları beklenmekte idi. Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu, ByLock’a dayalı mahkumiyet kararlarının hak ihlaline sebebiyet verdiği iddiasıyla yapılan başvurular hakkında kararını verdi. Genel Kurul; Esra Saraç Arslan’ın başvurusu yönünden dürüst yargılanma hakkının ihlaline, Özlem Yıldırım’ın başvurusu hakkında ise açıkça dayanaktan yoksunluk nedeniyle kabul edilemezlik kararı verdi. AYM Genel Kurulu her iki kararı da oybirliğiyle verdi. Bu arada; İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi Genel Kurulu da ByLock’un mahkumiyet kararında delil olarak kullanıldığı Yüksel Yalçınkaya başvurusunun duruşmasını yaptı ve dosyayı karar için incelemeye aldı.

FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü Yargılamalarında Esaslı/Kastı Kaldıran Hata ile Suçta ve Cezada Kanunilik İlkesi
21.01.2023 / Prof. Dr. Ersan Şen, Dr. Erkan Duymaz, Av. Buğra Şahin

“Hata” ve “Esaslı Hata ve Kaçınılmaz Hata” başlıklı yazılarımızda, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu m.30’da düzenlenen hata hallerini açıklamıştık. Bu yazımızda; FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üyelik (TCK m.220/2 ve TCK m.314/2) ve bu Örgüte yardım (TCK m.220/7 ve TCK m.314/3) bakımından, TCK m.30/1’de düzenlenen kastı kaldıran/esaslı hataya ilişkin Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun, Yargıtay 3. (16.) Ceza Dairesi’nin ve Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin kararları incelenecek ve bu suçlardan yürütülen yargılamaların, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi (İHAS) m.7 ve Anayasa m.38’de güvence altına alınan “kanunsuz ceza olmaz” (suçta ve cezada kanunilik/suçların ve cezaların kanuniliği) ilkesine temas eden yönü İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM) ve Anayasa Mahkemesi (AYM) kararları ışığında değerlendirilecektir.

Sosyal Medyada Terör Örgütü Propagandası ve Kanunilik İlkesi
31.12.2022 / Prof. Dr. Ersan Şen, Dr. Erkan Duymaz

Anayasa Mahkemesi (AYM) 06.10.2022 tarihli Ahmet Aslan kararında ; Facebook isimli internet sitesinde paylaşılan bir görseli “beğenmesi” nedeniyle 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu (TMK) m.7/2 uyarınca terör örgütünün propagandasını yapmaktan suçlu bulunan bir kişinin başvurusunu ifade özgürlüğü ile “suçta ve cezada kanunilik” ilkesi çerçevesinde incelemiş ve her ikisi yönünden de ihlal kararı vermiştir. AYM bu önemli kararında, bir örgütün hangi andan itibaren terör örgütü olarak nitelendirilebileceği; örgüte üyelik, yardım ve örgüt propagandası suçları bakımından kişilerin ceza sorumluluklarının hangi andan itibaren başlayacağı; terör örgütü propagandası suçunun maddi ve manevi unsurları; Türk Ceza Kanunu (TCK) m.30’da düzenlenen hata hükümlerinin uygulanması; “beğeni” yoluyla örgüt propagandası yapılıp yapılamayacağı gibi büyük kısmı 15 Temmuz darbeye teşebbüs suçu ile irtibatlı güncel yargılamaları da ilgilendiren konularda değerlendirmelerde bulunmuştur.

“Hukuki Kesinlik/Belirlilik” İlkesi Karşısında Birbiri ile Uyuşmayan Yargı Kararları
07.12.2022 / Prof. Dr. Ersan Şen, Dr. Erkan Duymaz

İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin (İHAM) “hukuki kesinlik”, Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) ise “hukuki belirlilik” olarak adlandırdığı ilke, hukuk devletinin asli gereklerinden birisidir. İHAM ve AYM kararlarında, “hukuki kesinlik/belirlilik” ilkesi çoğu zaman “hukuki güvenlik” ilkesi ile eş anlamlı olarak kullanılmaktadır. AYM’nin bazı kararlarında ise; “hukuki belirlilik” ilkesi, “hukuki güvenlik” ilkesinin bir unsuru şeklinde tanımlanmaktadır.

Cemevlerinin Hukuki Statüsüne İlişkin Tartışmalar ve İnsan Hakları Açısından Devletin Yükümlülükleri
24.10.2022 / Prof. Dr. Ersan Şen, Dr. Erkan Duymaz

Ana Muhalefet Partisi tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına sunulan, başörtüsü özgürlüğünün yasal güvenceye kavuşturulması yönündeki Teklifle birlikte Alevilerin talepleri de kamuoyunda yeniden tartışılmaya başlandı. Sayın Cumhurbaşkanının; Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde kurulacak Alevi Bektaşi Genel Müdürlüğü vasıtasıyla cemevlerinin aydınlatma, su, bakım, onarım giderlerinin Devlet tarafından karşılanacağını, imar planlarındaki sorunların giderileceğini ve ayrıca cemevlerindeki inanç önderlerine, talep etmeleri halinde, kadro tahsis edileceğini açıklamasının ardından tartışmalar somut bir içerik kazandı.

Dini Değerleri Alenen Aşağılama Suçu Hakkında Güncel Değerlendirmeler
08.09.2022 / Prof. Dr. Ersan Şen, Dr. Erkan Duymaz

5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu (TCK) m.216’da düzenlenen Halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama suçunun tatbikinde dikkate alınması gereken hususlara ve uygulamada yaşanan sorunların Anayasa ile İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi (İHAS) tarafından güvence altına alınan temel hak ve özgürlükler açısından yarattığı sakıncalara daha önceki yazılarımızda değinme fırsatımız olmuştu . Bu yazımızda, daha spesifik olarak, TCK m.216/3’de düzenlenen Halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılama suçu hakkında birtakım tespit ve değerlendirmede bulunulacak ve Anayasa Mahkemesi (AYM) ile İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM) kararlarından örnekler sunulacaktır.

Halkı Kin ve Düşmanlığa Tahrik Suçu Ne Zaman Oluşur?
06.09.2022 / Prof. Dr. Ersan Şen, Dr. Erkan Duymaz

Eğitim öğrenim durumu itibariyle aynı okul veya okullardan mezun olan veya birbirine benzeyen kişilerin bir “sosyal sınıf” sayılacağı, yani Türk Ceza Kanunu m.216/1’e göre halkın farklı özelliklere sahip bir kesimi olduğu ve failin doğrudan bu sınıfı/kesimi hedef aldığı kabul edildiğinde; Yargıtay, Anayasa Mahkemesi (AYM) ile İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin (İHAM) aşağıda yer alan kararları ışığında, ihtilaflı sözler nedeniyle ceza sorumluluğunun doğup doğmayacağını “ifade özgürlüğü” ve “suçta ve cezada kanunilik” ilkesi bakımından değerlendirmek, ağır eleştiri, latife veya hakaret veya aşağılama sayılabilecek söz ve yazılar ile halkı kin ve düşmanlığa tahrik fiilini birbirine karıştırmamak gerekir.

İHAM’ın Taner Kılıç (No. 2) Kararı ve “Suç Şüphesi” Değerlendirmesi
04.06.2022 / Prof. Dr. Ersan Şen, Dr. Erkan Duymaz

İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin 208/8 başvuru numaralı ve 31 Mayıs 2022 tarihli Taner Kılıç/Türkiye (No. 2) kararı, tutuklamanın ön koşulu olan “suç şüphesi” konusunda oldukça önemli tespitler içermektedir. Uluslararası Af Örgütü (Amnesty International) Türkiye şubesi eski Başkanı Taner Kılıç hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin kanuniliğinin incelendiği bu kararda; FETÖ/PDY soruşturmaları kapsamında gerçekleştirilen tutuklamalarda sıklıkla gündeme gelen ByLock uygulamasının indirilmesi ve kullanılması, FETÖ/PDY ile ilişkilendirilen bazı yayınlara abonelik, bazı eğitim öğrenim kurumlarına çocukların gönderilmesi, Bank Asya’da hesap açma veya yine örgüt ile ilişkilendirilen kişilerle yakınlık/akrabalık gibi unsurların terör örgütü üyeliği bakımından suç şüphesi oluşturup oluşturmadığı tartışılmıştır. Kararda ayrıca, insan hakları örgütlerinin ve aktivistlerinin suç oluşturmayan fiillerinin tutuklama kararlarına dayanak teşkil edip etmeyeceği hususunda belirlemelerde bulunulmuştur.

İHAM ve AYM Kararları Işığında Cumhurbaşkanına Hakaret Suçu
23.04.2022 / Prof. Dr. Ersan Şen, Dr. Erkan Duymaz

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 299. maddesinde düzenlenen “Cumhurbaşkanına hakaret” suçu son yılların en can alıcı ifade özgürlüğü sorunlarından birisini oluşturmaktadır. Adalet Bakanlığı Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğü tarafından yayımlanan verilere göre, 2014 ila 2020 yıllarında TCK m.299 kapsamında 160.169 ceza soruşturması ve 38.428 kamu davası açılmıştır. Bu davaların 12.281’i mahkumiyet, 11.193’ü ise hükmün açıklanmasının geri bırakılması (HAGB) kararı ile sonuçlanmıştır . Sayılar, tek başına konunun güncelliğini ve önemini ortaya koymaktadır.

HAGB Kararı İşe Girmeye Engel veya Çalışma İzninin İptaline Neden Olabilir mi?
03.03.2022 / Prof. Dr. Ersan Şen, Dr. Erkan Duymaz

Konu: İşbu yazımızda, Anayasa Mahkemesi’nin 2021/30 E., 2021/82 K. sayılı ve 04.11.2021 tarihli kararı hakkında kısa bir değerlendirme yapılacaktır. Yazı konusu; hükmün açıklanmasının geri bırakılması (HAGB) kararının, işe girmeye engel veya çalışma izninin iptaline neden olup olmayacağına ilişkindir.

Gizli tanık beyanı tek başına kuvvetli suç belirtisi oluşturabilir mi? AYM’nin Rıza Barut kararı üzerine kısa bir değerlendirme
22.02.2022 / Prof. Dr. Ersan Şen, Dr. Erkan Duymaz, Stj. Av. Berra Berçik

17.02.2022 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan Anayasa Mahkemesi’nin Rıza Barut bireysel başvuru kararı (B. No: 2020/14339, 28.12.2021) hukuk dünyasında ciddi tartışmalara yol açtı. Yalnızca gizli tanık beyanlarına dayanılarak hakkında örgüt üyeliği suçu kapsamında tutuklama kararı verilen yerel bir siyasetçi tarafından yapılan bu başvuruda AYM, başvurucunun suç işlediğini gösteren kuvvetli belirtilerin bulunmadığı gerekçesiyle Anayasanın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine karar verdi. Ancak kararın tartışma yaratan yönü AYM’nin ilkesel olarak gizli tanık ifadesinin tek başına tutuklama kararına dayanak oluşturabileceğini kabul etmesi oldu. Gizli tanık beyanlarının tutuklama aşamasında suç şüphesini gösteren kuvvetli belirti olarak kabul görmesi yeni bir durum olmamakla birlikte, Mahkemenin önceki kararlarında gizli tanık ifadeleri her zaman için başka delillerle desteklenmekteydi. Dolayısıyla; Rıza Barut kararında AYM tarafından yapılan belirlemeler, bu alanda ilk olma özelliğini taşımaktadır. Bu kısa yazımızda sırasıyla gizli tanık ifadesinin tutuklama tedbiri bakımından delil değeri mevcut Anayasa Mahkemesi ve İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi içtihadı ışığında incelenecek, AYM’nin Rıza Barut kararında ortaya koyduğu ilkeler açıklanacak ve bu yeni içtihat hakkında değerlendirmeler yapılacaktır.

Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Taraması Uygulamasından Kaynaklanan Hak İhlalleri
16.02.2022 / Prof. Dr. Ersan Şen, Dr. Erkan Duymaz

Anayasa Mahkemesi (AYM), güvenlik soruşturması ve arşiv taraması sonucunda işe alınmayan kişiler tarafından yapılan çok sayıda bireysel başvuruyu karara bağlamıştır. Bu başvurularda; “ceza sorumluluğunun şahsiliği” ilkesinden masumiyet/suçsuzluk karinesine, özel yaşamın gizliliğinden adil/dürüst yargılanma hakkına kadar çok sayıda hak veya güvencenin ihlal edildiği iddiaları dile getirilmiştir. Bu kısa yazıda; sözkonusu şikayetlerin AYM tarafından nasıl incelendiği, hangilerinin kabul edilemez bulunduğu ve kabul edilebilir bulunanlarda ne tür hak ihlallerinin tespit edildiği gösterilmeye çalışılacaktır.

Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkı Açısından AYM’ye Bireysel Başvuru Yolunun Etkililiği
01.02.2022 / Prof. Dr. Ersan Şen, Dr. Erkan Duymaz

Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkının tanınması ile birlikte İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin Türkiye aleyhine verdiği ihlal kararlarının sayısında ciddi bir düşüş yaşanmıştır. AYM, 31.12.2021 tarihi itibariyle toplam 25.857 başvuruda en az bir hakkın ihlal edildiğine karar vermiştir. İHAM’ın 1959 ila 2020 yıllarında İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’ne taraf bütün devletler hakkında en az bir hakkın ihlal edildiğine karar verdiği toplam başvuru sayısının 20 binin altında olduğu dikkate alındığında, AYM’nin 9 yıllık performansının oldukça etkileyici olduğu ve çok sayıda hak ihlalinin İHAM’dan önce AYM tarafından tespit edildiği söylenebilir.

Adil/Dürüst Yargılanma Hakkı İhlallerine İlişkin Bilanço ve Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkı Bilançosuna Kısa Bakış
18.01.2022 / Prof. Dr. Ersan Şen, Dr. Erkan Duymaz

Anayasa Mahkemesi Başkanı Sayın Prof. Dr. Zühtü Arslan’ın 10 Ocak 2022 tarihli konuşmasının ilgili kısmı şöyledir: "Hukuk devletinin olmazsa olmaz unsurlarından biri yargılamanın hakkaniyete uygun olarak yapılmasıdır. Yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmasından silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerine kadar adil yargılanma hakkının tüm unsurlarıyla korunması gerekmektedir.

Anayasa Mahkemesi İçtihadında Beraat Kararının Disiplin Hukukuna Etkisi
31.12.2021 / Dr. Erkan Duymaz

Ceza yargılamasının mahkumiyet dışında bir hükümle sonuçlanması hâlinde yargılamaya konu olan aynı olaylara dayanılarak kişiye disiplin cezası verilmesi masumiyet/suçsuzluk karinesi çerçevesinde ele alınması gereken bir konudur. Masumiyet/suçsuzluk karinesi, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi m.6/2′de ve Anayasa m.38/4′de güvence altına alınmıştır. Anayasa Mahkemesi (AYM) bireysel başvuru kapsamında yaptığı incelemelerde masumiyet/suçsuzluk karinesinin ihlal edildiği yönündeki iddiaları m.38/4 ve m.36 ışığında değerlendirmektedir.